20 Aralık 2011 Salı

Leyla İle Mecnun (Maya takviminin bitmesi)

maya takvimi 21 Aralık 2012'de bitiyor. bitmesinin nedenini öyle güzel bir şeye bağlamış ki Burak Aksak.. öyle bir ters köşe olduk ki..
of yaa niye böyle yapıyor bu çocuk her zaman ağlatıyor bizi.


-------
son mayalı: sen hiç sevdiğin birisini kaybettin mi delikanlı?, kaybetmişsin bakışlarından belli. hani böyle zamanı durdurmak istersin ya, o yokken günler geçmesin istersin, elinle tutmak, kavramak istersin zamanı, ama bunu yapamazsın. işte birileri en azından yapabilmeyi denemiş, buna saygı duymalı ve onların inancı ile dalga geçmemelisin, çünkü kimsenin inancı saçma değildir. ona inanmak için mutlaka bir sebebi vardır.
-------

8 Aralık 2011 Perşembe

Bu Defa Çok Fena*


küçük iskender'in bu son kitabına dün başlamıştım bugün bitti.
bundan bir gün önce de ağır abiler orkestrası'nı okumuştum.
bütün kitapları var hemen hemen bende. çoğunu da okudum.
efendim demek istediğim bunlar değildi.

Bu defa çok fena'yı okurken birkaç şiiri, birkaç mısrası çok hoşuma gitti yine benim.
bir şiirini paylaşmak istedim.


başkaya acele iki bilet

Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini hayat halleder
Her kelimen bir zahmet başka coğrafyadan olsun
Sen başka coğrafyadan o Etin kokun başka başka dil

Yahu benim dediğim o değil Sen üzgün gezegen ol diyorum
Bacakların güzel olsun Yüzün gözün önemli değil
Öpüşmesen de olur Beni zaten herkes öpüyor
Sevişmesen de olur Beni zaten herkes seviyor

Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini tanrı halleder
Yok öleceksen söyle başka sevgili bulayım eşten dosttan
Yani aslında ölmesen de olur Zaten herkes bugünlerde başka ölüyor
Herkesin de ölmesi de değil mesele Sen tüm aşka egemen ol diyorum
Sonra sarılır sarılır uyuruz Aman ne romantik ama ne

Bırak fincan kırılsın Tabaktaki fal ikimize de yeter
Bu gece kar yağacakmış Biraz üşürsem yalnızlığımız geçer
Hatırla dizlerine yatıp sana sorduğum sorulardan ilki:
Yıldız ibikli kaç tavuk çalabilir kalbin kümesinden bir tilki
Başka soruları düşünme Bu aralar nedense herkes başka fikirde
Gülün, karanfilin derdi yoksa o renk cümbüşleri ne diye

Ekose pantolonumu, spor ayakkabılarımı, yeni gömleğimi giydim
Başkasına gitmene gerek mi var Ben geliyorum seninle
Kaç dil biliyorsan o kadar uzaklaşırız Yol ve mevzu bulmak kolay
Bakarsın kötü arkadaş da ediniriz börtü böcekten itten kopuktan
Yahu benim dediğim o değil Bir anlasan gerisini başkaları halleder

Düşünsene oturup sabaha kadar bunları konuşmuşuz Yalnız ikimiz
Dışımızda başka kim varsa Hepsi kaybolmuş Medeniyetler seviyesinde

Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini sokak halleder

7 Aralık 2011 Çarşamba

Sezen Aksu şarkıları üzerine


Dün gece ardı ardına Sezen Aksu şarkıları dinlerken fark ettim.
Ben, ne Ada Vapuru'nu ne Oh Oh'u ne Rakkas'ı ne de Yalnız kulları'nı hiçbir zaman açıp dinlememiştim. Yani hani olur ya öyle radyoda çalar sen eşlik edersin. Ya da arkadaşlarla bağıra çağıra söylersin. İşte öyle benimkisi de.
Neden kendi hür irademle, kendi isteğimle dinlemediğimi düşündüm de;

Çünkü ben Sezen Aksu'yla Kaybolan Yılları'ma o Son bakış'ı atmayı seviyordum.
Sezen "işte biz o gün Tükeneceğiz" derken ben, Şu saniye'de "Pişman olduğun zaman dön" dediğim kişiyi beklemeyi seviyordum.
Sen Gidiyorum dediğin andan itibaren ben, ne zaman sana Hoşgeldin diyeceğimi hayal etmeyi seviyordum.
Üstünden seneler geçmesine rağmen ben Hala haber bekliyorum senden.
Kolay olmadı tabi sensiz geçen günlerim, aylarım, senelerim.. Kolay olmayacaktı da biliyordum.
Ama yine de içimdeki o umudu hep yaşattım. O çocuğu hep büyüttüm.
Bir gün bana Bırak beni derse eğer, işte o büyüttüğüm çocukta ölecekti içimde.

İşte o zaman kimse bana Gülümse demesin, çünkü sizin gibi olamayacağım artık.
Kimse bana "kolay olmayacak tabi Küçüğüm" diyerek avutmasın beni.
Kimsenin tesellisine, boş sözlerine ihtiyacım yok.
Sen ağlama demesin. En az onlar da benim kadar biliyorlar gözyaşlarının bir kadın için ne kadar değerli olduğunu.
Hiçbir zaman Seni kimler aldı diye Sitem etmemiştim. Şimdi de etmiyorum zaten.
Ben sadece.. Yani.. Yine yeni yeniden..
Bir şeyler olamaz mı demek iste..
Unut gitsin

Şimdi içinden Eskidendi, çok eskiden diye geçiriyorsun biliyorum.

Erkekler böyleler değil mi? Senin gibiler hep.
Ben bir seni tanıyorum da..

Yok yok kendime de kızıyorum tabi.
Bazen Tanrı istemezse diye bir kavram olduğunu unutuyorum.
Ve bu bana çok pahalıya patlıyor.

İkinci bahar'ında mutluluklar..


6 Aralık 2011 Salı

1 Aralık 2011 Perşembe

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."

Ata Demirer - Tek Kişilik Dev Kadro 2


dün gece kasım ayının son filmini de izliyim dedim ama 1 saat film seçmekte zorlandım (her zamanki gibi).
sonra dedim dur şu ata demirer'i izliyim bari..biri çok komik değil demiş, bir idare eder, biri yine her zamanki gibi cem yılmaz'la kıyaslamış..
cem yılmaz'ın esprileri güzel, ata demirer'in taklit yeteneği olağanüstü.
taklit yapabilmesi için bilmem farkında mısınız da çok iyi bir gözlem yeteneğine sahip olması gerekir bir insanın. bu da ata'da fazlasıyla var.
arada uçurum gibi bir şey var olum nasıl cem yılmaz gibi olmuş diyebiliyorsunuz.
ikisi de bence kendi alanlarında çok çok başarılılar.
ata demirer'in trakya şivesi allahım o ne kadar komiktir öyle.
bu yüzden eyvah eyvah 1 ve 2'yi iki kere izledim.
ata'nın en çok kadın taklitlerine gülüyorum. çok da başarılı buluyorum.

hele şu kabinde don giyme faslı yok muydu? kadın dışarda nasıııı olduuuuuuuuuuuu.. diye seslenmesi.. ahah yarıldım ya.

bu dediğim alışveriş merkezi muhabbetinde geçti.. yükledim hemmen.



gecenin bir vakti saat 2'ye geliyor ve ben deli gibi odamda gülüyordum...

bu arada tek kişilik dev kadro 2'yi izlerken lütfen ilk 15 dakikasında "abi bu ne ya hiç gülmüyorum ben." diyip kapatmayın. asıl eğlence ondan sonra başlıyor.

-----

dünya rakı haftası 3-10 aralık'ta büyük bir coşku ile kutlanacak.
hatırlatayım dedim..

26 Kasım 2011 Cumartesi

Multitap'in o enfes ve bütün gün dilimden düşmeyen şarkısı "Ben anlarım"


selam.

uzun zamandır şöyle elle tutulur, kayda değer yazılar yazamadığımın farkındayım.
hayır birçok şeyle ilgilendim ama oturup yazamadım hiç buraya.
çünkü ya moralim bozuktu ya çok dalgındım ya da çok yorgun ve üşengeç.
(hayır yaa!! aslında ben çok enerjik, sevimli, tatlı dilli, güler yüzlü bir insanım.)

neyse efendim azıcık günah çıkarayım dedim ama onu da beceremedim baksanıza.

dün gece Medya Kralı'nı izledim. son bir saati hariç. o son bir saatte kulağımda kulaklığım sadece tek bir şarkı dinliyordum çünkü. Multitap'tan "Ben anlarım"ı...

programa konuklardı ve bu şarkıyı çaldılar. aman tanrım (böyle demiyorum. ama içimden diyorum aman tanrımmm!! ben daha önce bu şarkıyı nasıl dinlemedim diye).. nasıl çekti beni kendine gece gece..

masal gibi bir şarkı.. ama bu mutlu sonla bitmeyen bir masal.
ama o kadar da yaklaşmışlardı ki o mucizeye..
bütün gün bu şarkıyı dinledim. laptop'ı açtım kapadım hep bu şarkı çaldı winampta.

evet gelelim şarkının bana neler çağrıştırdığına..

öncelikle bir erkeğin böyle bir şarkı yazması, söylemesi benim çok hoşuma gitti. niye bilmiyorum ama bana o kadar gerçek ve doğal geldi ki. düşünsene adam "biri girmiş aklına değişmişsin...sanki biraz evvel ağlamış gibisin.." cümlelerini kuruyor sevgilisi için. kim kurmadı ki? kim demedi ki sevdiği kız kendisinden soğuduğu zaman ona "sen çok değiştin" diye.
aslında konu bu değil. konu ne bilmiyorum. ben bir erkeğin dilinden;
ben anlarım...
sen konuşmasan da
sussan da
ağlasan da
ağlamasan da
pencerenin önünde oturup dışarıyı boş gözlerle izlesen de
ben ne demek istediğini anlarım ibaresine vuruldum.

bir de bazı kadınlar erkeklerin kendilerini hiçbir zaman anlayamadıklarını savunur dururlar.
tamam kadınların daha zeki, daha uyanık ve daha karmaşık olduklarını biliyorum erkeklere göre. bende böyle düşünüyorum.
ama onların da bir zayıf noktaları var. hatta çok fazla zayıf noktaları var. ve bu zayıflıkların onlara zarar vereceğini bile bile kadınlar onu denerler bir şekilde. oldururlar. sonra acı çekerler.
böyle de değişiktirler işte.

şarkıya dönersek eğer. kesinlikle klibini de izleyin. o kadar sıcak ki insanlar.
çok doğal çekimler. 00:38'de çocuk yanan ateşi üstüne zıplayarak söndürmeye çalışıyor ya..nasıl güldüm orada..yarın bende aynısını yapacağım. feci gaza geldim. sonra kıza taç yapıyor. yüzük. evleniyorlar. ve tepeden kurumuş yaprakları döküyorlar başlarından aşağıya. allahımmm ne kadar hoş bir ortamdır o.

bir de şarkıyı dinlerken dedim ki içimden "ya ne güzel sen bir şey demeden çocuk senin neye kızdığını, neye bozulduğunu filan anlıyor. böyle bir sevgilim olsa ya." dedim.
beni yormayan ve şarkı sözlerine uyan bir sevgili arıyorum filan.

klibi de ekledim a dostlar görün görün ne kadar güzel bir dostluk, ne kadar anlayışlı bir erkek var orada zıp zıp zıplayan.


21 Kasım 2011 Pazartesi

Kafe (Kısa film)


dün gece uyku tutmadı. birçok kısa film izledim. içlerinden en beğendiğim buydu..

"denedin, yanıldın, gene dene, gene yanıl, daha iyi yanıl."




16 Kasım 2011 Çarşamba

limbolin ve HK'ya sesleniyorum..
niye sizi takip edemiyorum:(
bana da davet gönderin ama panpalar olmuyor böyle:)

15 Kasım 2011 Salı

Makyaj



Çok uğraştım inan unutmak için seni,

O gün sarıldığımızda söz verdiğim gibi.

Son bir öpücüğü çok görmüştün bana,

“Biliyorum,” demiştin “ben gideceği yeri.”


Bu sabah çok erken kalktım,

Sevdiğin tatlıdan yaptım.

Yerken onu tek başıma,

Sessiz sedasız ağladım.


Kalktım bir çay demledim,

Açtım bir film izledim.

Zaman bir türlü geçmedi,

Bütün evi temizledim.


Sıkıldım kendimden,

Aptal mıyım neyim ben?

Neyim var böyle,

Neden kurtulamıyorum senden?


Geçmiyor günler burada senden uzakta,

Yığıldı şişeler her gün mutfakta.

Tiksindim makyajdan, aynalarımı çöpe attım!

Durmadan yedim, e biraz kilo aldım!


Affet beni sevgilim,

Unutamadım seni.

Hiç halim yok uyanmaya,

Sevemem sensiz günleri.



ps: içine emre aydın kaçmış model şarkısı bence bu. unutulamayan eski sevgili sendromu. fena bir şey. çok fazla dinlemeyin bence. ben dinlerim sizin yerinize. hadi yine iyisiniz:)

Çok yönlü performans sanatçısı Yavuz:)


adamı her zaman topukk topukk topukk diyerek kaçmasını beklemiyoruz tabi ki de.
adam ne?
performans sanatçısı.

e bu da performansı;


bi şarkı bu kadar mı güzel olur. bu kadar mı güzel icra edilir.


11 Kasım 2011 Cuma

Esra Erol'un kitap yazması..


adı "kara duvak".
küçük yaşta evlendirilen, tecavüz edilen ya da başkalarına para karşılığı satılan vs. genç kızların hayatı yer alıyor bu kitapta. 15 genç kızın hayatı, hepsi de esra erol'un sunduğu evlilik programına katılan kızlar.

evet çok yaratıcı bir isim "kara duvak". kimseler duymadı daha önce bu iki kelimeyi yan yana, kimse okumadı. ya da kimse bu isimden kitabın içeriğini anlayamaz. okuman lazım. yok yok ya da yaşaman lazım yaşaman.

az önce gördüm kadın kendi evlilik programında "ben kitap yazdım alın okuyun" diye dağıttı o koltukta oturan, talip bekleyen insanlara. bildiğin kitap. okumalık, kapaklı filan.

bir de altyazıda demiyor mu "esra erol'un ilk kitabının ilk imza günü tüyap'ta" diye.
vay amk. yaa... bu ilk daha dur devamı da var yani onu demek istiyor.

kitap çıkarırlar ve ardından "tabi ki de ben kendimi yazar olarak görmüyorum. ben yaşadıklarımı yazıyorum (bu klişedir mesela herkes der)..nice büyük ustalar var onlar varken ben kendime yazar sıfatını yakıştıramam vs.." tarzı konuşmalara. ne kadar sinir olurum.

en çokta neye üzülüyorum biliyor musunuz sevgili arkadaşlar? bu kadın sırf popüler, herkes tarafından tanınan ve ünlü olduğu için kitabını alıp okuyacak insanlar ve o kitap milyonlar satacak. 40-50 yaşlarındaki kadınlar bunu okuyacak belki de genç kızlar da okur bilemiyorum.

her eline kalemi alan yazar olmuş. yazarlık bu değil ki. yazar; bana bilmediğim bir şeyi söyleyendir, bana bir şeyler katandır. o sayfaların içine bir hayat inşa edendir.
kitap; rastgele kelimelerin birleşmesi değildir. o kelimelerden dünyaya seslenmektir. ve o yazarı okuyan insan, her kitap yazdım diye ortaya çıkanın yazar olmadığını gözü kapalı bilendir.

bana bu olay niye battı bilmiyorum. belki de bu kadının tüyap gibi bir yerde hem de bu kadar kısa bir sürede çıkan kitabına hemen yer vermesi..evet evet en çok buna sinirlendim. kesin hanım ablalar kitabını almış kuyruk oluşturacaklar yarın orada. kitap satışından gelen parayı belki bir yere bağışlayacak bilemiyorum. belki de hiç dokunmayacak o paraya ama benim derdim para değil. benim derdim hiçbir zaman para olmadı.

benim gözümde şöyle biri o insan: bir kadın var ki bu kadın iki lafı bir araya getirmekten aciz, hep aynı konulardan bahseden ve bence en önemlisi kitap kültürü olmayan biri. belki çok iyi bir insandır, iyi bir annedir orasını bilemem..
ama kitap yazdım ve satıyor allah'a çok şükür diyecek, diyebilecek bir insan da değil. olmamalı.
bir çok insan da bunu biliyor zaten ama.. ne biliyim ya ben burada son 30 sayfasındayım aman bitmesin diye kitabı bitirmek istemezken. biri çıkıyor ben kitap yazdım çok akıcı bıdıbıdı demesi..koyuyor yani..

öyle işte..
şimdi gidiyorum. yorganın altına girip ağlayacağım bir süre. yanımda bir kitap olacak yazarını çok sevdiğim.

4 Kasım 2011 Cuma

akrostiş yaptım beyler!


hemen havaya girmeyin öylesine gaza geldim yazdım birine. ki o da pek önemli biri değil yani.
neyse ya..bu yazdığım ikinci akrostiş vakası. ilki çok eskidendi ve şu an hatırlamıyorum bile.

bu hoşuma gitti ama o da çok beğenmişti.



senden meridyenler kadar uzakta bir yerde
ekvator kadar yalnız
radyoda çalan şarkıyı ezberleyecek kadar sessiz bir yerde
dünden kalma yorgun gözleriyle
aklından çıkaramadığı seni düşünüyor
resmin bile yok biliyor musun o elde?

30 Ekim 2011 Pazar

Will Rogers


"uygarlık ilerlemiyor diyemezsiniz, her seferinde sizi yeni silahlarla öldürüyorlar."

"herkes kahraman olamaz. kimilerinin de onları alkışlaması gerekir."


Adele - Someone Like You




28 Ekim 2011 Cuma

Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm






dizisini çok çok sevip ve her hafta takip eden ben, diziyi hiç izlemeyen bir arkadaşımla gittim bu filme. sonuç; ben tabi ki çok memnundum. arkadaşım da "diziyi izlemediğim halde sevdim filmini" dedi bana. ikimizde mutlu ayrıldık.

(aşağıda yazılanlar filmle ilgili feci spoiler içerir)


-ben kitabını da geçtiğimiz yaz okumuştum yani son hafriyat'ı.
filmi izlerken ne zaman "kolsuz ahmet şimdi şunu yapacak, behzat bunu diyecek, harun şu espriyi yapacak" demişsem o anlarda o şeyler oldu. kitabın aynısı film. bir iki karakter var sadece üstüne. cansu dere olmuş mu diye sorarsanız..yaniiii. olmasa da olurmuş. bence çok da abartıldığı kadar bir oyunculuk sergilemedi. boşuna tantana yapmışız.

-birçok yerde gülmekten yarıldım desem inanır mısınız? valla harun yine saf, yine aptal. iyi tamam bişey demiyorum.

-hayalet köşe bucak tabutun nerden alındığını aradığı sıradaki o sahneleri bir fotoroman şeklinde yapmışlar. çok hoş olmuş ya bayıldım o ayrıntıya. bir de güzel haberlerle gelseydi de neyse.

-ve kolsuz ahmet karakteri. pardon kendini kolsuz ahmet sanan süleyman karakterine can veren hakan boyav. bence çok başarılıydı bu rolde. hele harun'la karşılıklı bir tartışmaları var izlemeye doyamadım.

küfürler var. bir yerde harun cevdet'i pembo ve gorbaçov'dan sigara istemeye gönderdiği sırada nasıl bir şey söylediyse o kadar komik geldi ki bana. hayır küfür değildi ama böyle kafiyeli bi'şeydi. hatırlayan yazsın bana da.

-filmin komik sahnelerinden biri de tabutların yerini öğrenmek amacıyla bir yüzeyaltı tomografi sistemine ihtiyacı olduğunu müdüre söyleyen behzat "napcaksın tomografi cihazını" diyen müdüre "götüme sokcam! içim dışım bir mi ona bakcam" demesi. filmin en güzel sahnelerinden biriydi. ne güldüm lan.

-ve tardu flordun'a gelirsek eğer. kitabı okurken çok psikopat gelmişti o karakter bana. filmde izlerken çok da ahım şahım bi'şey göremedim. hayır zaten çok az göründü. bir de psikologla görüşme sahneleri vardı onla da uğraşıyordu orasını filme koymamışlar. kitapta hatırlıyorum ben behzat'ta oraya gidiyordu araştırma yapmaya çünkü. tardu flordun'a redkit tam mı olmamış yoksa fazla mı ağır gelmiş tam anlamış değilim ama benim kitapta okuduğum redkit ile filmde izlediğim redkit aynı adam değildi. kitaptaki daha vurucu, daha gözü pek daha mi manyaktı sanki. filmle ilgili tek eleştirim bu. ya bilerek redkit'i az gösterdiler hayatını şöyle bi geçtiler ya da zaten böyle göstercektiler kitaptakine bağlı kalmadılar.

-veee neşet ertaş..zülüf dökülmüş yüze çaldı ya la. birlikte söyledik valla neşet babayla.







27 Ekim 2011 Perşembe

Kır çiçeklerinden bir taç yapmıştı bana..


Kır çiçeklerinden bir taç yapmıştı bana.
Saçlarıma takarken kalbimin sesini duyuyordum.
Öyle hızlı çarpıyordu ki, yerinden çıkacak sandım.
Bir daha o kadar yakın olamadık hiç.
Ne ellerimiz değdi birbirine ne gözlerimiz.



22 Ekim 2011 Cumartesi

Midnight in Paris


görüntüler, oyunculuk, eskiye ait kıyafetler, evler, sokaklar ve paris..
şiir gibi masal gibi yağmur gibi aktı gitti film.
owen wilson'ı biliyordum da bir yerde dali karakteriyle adrien brody'nin çıkacağını bilmiyordum. sürpriz oldu bana.

bir de filmin müzikleri bence olmazsa olmazlardandı.
benim en sevdiğim şu,


gil'in elleri cepte sokakta dolaşması filan..çok güzeldi ya.

ayrıca;

"paris yağmur altında daha güzeldir."

13 Ekim 2011 Perşembe

İlhan Berk'ten...


"fazla büyütme kendini, en fazla sevebildiğim kadarsın; dahası yok..."

"hani ne yaparlarsa yapsınlar hep çok sevdiğin ınsanlar var ya, onların seni en çok üzenler olması, ne garip."

"umudunu kaybetme belki döner.. ama çokta ümitli olma; belkide gittiğini senden daha çok sever."

"sesini hatırlamıyorum bile; ama söyledikleri hala aklımda."

"geleceğin aşkın peşinden gidilmez; sen öldün benim ıçin. bilirim ki; ölenle ölünmez."

Kuzey Güney'deki Ali'nin Evi


son iki bölümdür kuzey'in kankası ali'nin evine takmış durumdayım.

abi şimdi bu çocuk pazarda don sütyen satmıyor mu. satıyor. tezgahı var. kendisine ait bin kere dedi zaten orasını anladık. evli değil. gördüğümüz kadarıyla bir sevgilisi yok. ailesini bilmiyoruz. ya da demişlerdir de ben hatırlamıyorum şu an. tek yaşıyor. ta ki kuzey ile simay çocuğun başına çullanana kadar.

buraya kadar her şey doğruysa bu ali'nin evi niye bu kadar düzenli lan. bekar evi değil mi orası. o kadar eşya ne arar orada ya. vitrin bile var lan içinde çeşit çeşit kadehlerin, bardakların olduğu. duvarda tablolar filan. koltuklar desen hiç de 20li yaşlardaki bir gencin zevki değil.
yok salonda yemek yemeler. sofra kurmalar. lan ben bile bu kadar özenmiyorum ya şu kız halimle. tek başıma yer kalkarım. balkonda manzara desen o biçim. yoksa çiçekte var mıydı balkonda ona dikkat etmedim bak.
bir de çok düzenli bi herif.

neticeye gelirsek eğer.
bu adam bu kadar evini düzenleyecek, çelik kapı taktıracak ya da ne biliyim.. ya tek başına nasıl bu kadar para kazandı da evini bu şekil kurdu aklım almıyor.
kuzenim bir ara diyordu bi dükkan açıp don sütyen satacam bak gör kadınlar hep bunlara para verir demişti de gülüp geçmiştim. kız haklı lan. o işten o kadar para kazanıyorsam bırak ya ne okudum ben 4 sene.
ali bir de paran yoksa veririm iş kurmak istiyorsan buluruz para o kolay filan da diyor yani kuzey'e.
hayır ben ali'yi çok seviyorum dizide ama ne biliyim ya evindeki detaylar aklıma takıldı.
çok iyi bir insan, bence duygusal da. yerine gelir deli dolu olur..

öyle işte. niye bu kadar da dert etmişsem kendime anlamadım bende.

korkmayın öyle bi dükkan açmıycam. ben kadınların nazını çekemem.

başlık başıma kaldı..oldu mu..rahatladın mı.


Az önce twitter'da Can Yücel'e ait şu sözü okudum;
"Gerçek şu ki; hayalimizdeki insanın, hayalindeki insan değiliz. O kadar!"

Öyle koydu ki okuyunca. Canım zaten sıkkındı tam üstüne geldi bu da

Ne olurdu sevdiği kadar sevilse herkes

Ne olurdu yani, ne çok kötü olurdu

Dünya mı dururdu dönmekten, kıyamet mi kopardı

Hayır seviyorsun da

Bunu niye dile getiremiyorsun ki

Neydi iki kelimeyi yan yana getirememendeki bu büyük engel

Sadece iki kelime ya..

Dudaklarından çıkacak sadece iki kelime ona bir ömür boyu yetecekti.

Sadece iki kelime

..........................................

Hakkımda bi'şeyler öyle;

kendimdeki inanılmaz mantık hatasını sonunda buldum.
ne kadar aynı şeyleri yaşarsam yaşayayım hiçbir şekilde ders alma gibi bir huyum yok.

her zaman pollyanna'yı oynamaktan (ki çizgi filmini hiç izlemedim), her zaman affetmekten, her zaman özür dilemekten, her zaman "aman o yeter ki üzülmesin" demekten..gerçekten çok sıkıldım ve yoruldum. sizin yüzünüzden kendimi yaşlı hisseder oldum. şimdiden deli gibi her şeyi unutuyorum. aklımda bir şey tutamıyorum, not alıyorum. biri bir şey söylediğinde ya yanlış anlıyorum ya da onu hiç duymuyorum. gözlerim çok dalıyor, kulaklarım duymuyor. her şeyi iki kere tekrarlatmaktan sıkıldım, bunaldım. belki kendi kendimle kaldığım için olabilir bu davranışlar bende ama..yine de benim mutluluğumu engelliyor bunlar hep.

Bu da sana;

bilmiyorum burayı takip ediyor musun etmiyor musun ama..ben yine de sana yazmaktansa buraya yazmayı tercih ettim.

"naparsan yap" ya da "nasıl biliyorsan öyle yap" derken nasıl için hiç sızlamıyor ya. gerçekten bunu anlayamıyorum. o kadar mıyım yani.

(debo fazla ileri gitmemek için yazıyı burada sonlandırıyor.)


29 Eylül 2011 Perşembe

Küçüğüm (bir şarkının yazdırdıkları)


şarkıyı her dinlediğimde kabuğuna çekilmiş, etrafında kimsesi olmayan, kimsenin de ses etmediği o buruk sessizlikte, küçücük, minnacık kaldığımı hissediyorum.
hayatta bir şeyler yapmaya çalışırsınız bazen beceremezsiniz ve bu sizi hemen yıldırır. yaşınız kaç olursa olsun yorulursunuz mücadelelerden.
ya da çok sevdiğiniz birisi üzerinden hayaller kurarsınız ama o bunları bilmez. sonra kaçınılmaz son olur ve hayal kırıklıklarına uğrarsınız. ve taa en başa dönersiniz o zaman. şarkıda "küçüğüm daha çok küçüğüm" dediğimiz yere.
yine minnacık kalmışsınızdır, yine korkular içinde savunmasız bir şekilde çırılçıplaksınızdır.

27 Eylül 2011 Salı

Tadın kaldı



Vega dinliyorum...bu kez ne Uçları kırık'ı, ne o çok özlediğim Ankara'yı, ne de alaturka versiyonuna bayıldığım Desem de inanma'yı..

bu kez farklı.
bu kez hayatıma bir anda girip ve yine bir anda çıkanlar için dinliyorum bu şarkıyı.
hep bir parçasını bırakanlar için.
hep bir hatıra bıraktıkları için bu kadar karışığım.
her giden bir parçasını bıraktığı için bu kadar ağır yüküm.

bir şarkıda geçer.."hiç gelme gideceksen" diye.
şimdi bende aynen böyle diyorum.

25 Eylül 2011 Pazar

Zenne Dancer (Ahmet Yıldız anısına)

merhaba..

bugün Ayşe Arman'ın röportajına baktım. şans eseri. bir röportaj vardı iki yönetmenle yapılmış. filmin adı Zenne Dancer. hay allah dedim bu film türk müydü? daha önce neden duymamıştım ki ben? ki bu olayı da daha dün gibi hatırlıyorum.

efendim olay şuydu;
26 yaşında bir genç babası tarafından öldürülmüştü seneler önce. babanın oğlunu öldürme nedeni oğlunun eşcinsel oluşuydu. 26 yaşında daha gencecik iken babası onu bu yüzden hunharca öldürdü.
baba kayıp hala yakalanacak..mezarına sevgilisi ve arkadaşları gidiyor. ailesi yok. kayıp.

bir baba nasıl oluyor da bir nedenden dolayı oğlunu öldürebiliyor ki? aklım almıyor bunu. bakın bir neden diyorum. bu ya da şu nedenden dolayı demiyorum. herhangi bir neden bu. evladının canı olabilir mi ya.

bu olayı hiç unutmadım. ben gibi milyonlarca kişi de unutmadı biliyorum. ve şimdi Ahmet'in arkadaşları onun hayatından esinlerek ona ithafen filmini çekmişler. film altın portakal'da.

bu ülkede insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu artık biliyoruz. bunu görüyoruz her gün çünkü. biri eşini döver, sonra öldürür ve en son olarakta yetinmeyip doğrar poşete koyar ve denize atar. ya da arka bahçeye gömer. evet evet..biz bunları hep okuyoruz. her gün 3. sayfada, ana haberlerde... katiller ya kaçıyor, yakalanamıyorlar ya yakalanıp az bir cezayla kurtuluyorlar.

ölenler geri gelmiyor. vahşice öldürülenler geri gelmiyor. ailesi tarafından, o ağalar beyler tarafından adı konulan töre cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. kendi kararlarını kendileri kesen ebeveynler tükenmiyor. en az 3 diyor birisi ordan karga sesiyle. en az 3! bunların ikisinin toprağa genç yaşta girmeyeceğinin garantisini verebiliyor mu acaba? bunların çocuk yaşta evlenmeyeceğinin okula gideceğinin garantisini verebiliyor mu başbakan(!). hayır..ama yine de doğurun diyor. bilinçsiz, cahil bir ana babanın evladı olun diyor açıkça.
sözünden mi çıktı kes cezasını. yanlış bir şey mi yaptı vur kafasından tek kurşunla.

konumuza dönersek eğer.
Ahmet'in babası gibi o kadar çok baba var ki bu ülkede. o kadar çok cahil, yobaz, baba denmeyen ama biyolojik olarak baba olan insanlar. ve biz bu insan bozmalarının arasında nefes almaya çalışıyoruz. nefesimizin bazen pis kokmasının nedeni bu olsa gerek.

Zenne Dancer'ın yönetmenlerinin röportajını okumak isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilirler.


filmin afişi, konusu ve fragmanı da sırayla aşağıda.






İmkansız bir üçlünün dostluk öyküsü: DANIEL, Türkiye'nin değer yargılarını çok tanımayan ve 1 yıllığına İstanbul'a gelen bir Alman fotoğrafçı. Renklerini gizlemekten sakınmayan, ailesinden koşulsuz destekle koruma gören ve İstanbul'un dans klüplerinde Zennelik yapan CAN. Ve doğulu, muhafazakar bir ailenin çocuğu olan AHMET.

Birbirleriyle dostluk, aşk ve anlayışla birarada yaşamayı başarabilen üçlünün karşısına çıkan töre, devlet ve muhafazakar aile değerleri...

Filmin senaryosu, 2008 yılında babası tarafından gay olduğu için öldürülen Ahmet YILDIZ'ın gerçek hikayesinden esinlenilerek kaleme alınmıştır.

14 Eylül 2011 Çarşamba

77 Bombay Street - Long Way


şimdi şöyle bişey oldu.
bu şarkıyı bana İron söyledi. dedi çok sevdim bir dinle bu şarkıyı.
o gün bugündür dinliyorum bende.

tavsiyem şu; sabahları eğer çok asabi ya da asık suratlı kalkıyorsanız açın bu şarkıyı ve kahvaltınızı öyle yapın. ben demedim de biliyorum. günüm güzel geçiyor:)

12 Eylül 2011 Pazartesi

1992 yılından bir şarkı.."Selam ver"

sözlerini okurken aklıma ben geldim. ki bu çok zor olmadı.
özellikle hani keşkeleriniz vardır ya..geriye dönüp yapmadığınız için kendinize kızdığınız. ya da yaptığınız için pişmanlık duyduğunuz.
şarkıda "seni bırakıp gitmem hataymış, deli gönlüm bunu şimdi anlıyor" diyor ya. işte benim en son noktam bu oluyor.


gözlerin geçmisi sorguluyor
anılar sanki hesap soruyor
seni bırakıp gitmem hataymış
deli gönlüm bunu şimdi anlıyor

anladım hala unutmamışsın
suçluyum, ne desen haklısın
hasretini çektim nefes gibi
soluğumda pişmanlığımı duyarsın

bana yine gül diyemem
beni yine sar diyemem
sevgimin hatırına birtanem
hiç olmazsa selam ver


2 Eylül 2011 Cuma

Sen Çok Değiştin (Ersin Karabulut)


Selam. Normalde böyle şeyler yazıp çizmeye de utanırım ama bu hafta içimden seninle konuşmak geldi. Bi ihtimal kulağına gelirse diye. ‘’bu ne lan duyarlı mısın nesin’’ diye dalga gecenler olucaktır, ama napalım, bu hafta böyle.
Geçen gün gidip can yücel’in mezarını kırıp yıkmışsın. Kendisinin toplasan iki üç şiirini yarım yamalak biliyorum, öyle manyak bi okuru olmadım hiç yani. Ölüm yıldönümünde mezarına şarap döktükleirni duyunca aklıma sen geldin. Ulan dedim bizimki uyuz olacak bu olaya. Ama gidip mezarı kırıcağını düşünmemiştim. Gerçek bi ayıya dönüşmüşsün, ne diyim.
Peki acaba dönüşmedin de eskiden de böyle miydin?
Bak ben mesela eskiden izlediğimiz filmlerin daha güzel, eskiden içtiğimiz suyun daha lezzetli, bakkal amcanın daha iyi kalpli olduğuna inanmamı, o yıllarda çocuk oluşuma bağlıyorum. Yaşamın aslında kötüleşmediğini, aynı kaldığını, sadece büyüdükçe benim için zorlaştığını düşünmek istiyorum. Bi yandan mantıklı olan da bu zaten. Ama böyle düşünmeme rağmen, bazen yine de emin olamıyorum. Sanki bakkal amca hakkaten de ben küçükken daha ‘’iyiydi’’ . otobüsteki amcalar teyzeler daha yumuşaktı böyle. Sen de daha sakindin. Belki çok saçmadır ama elimde değil, öyle gibi geliyo.
Geçenlerde voleybolcu bir kıza otobüste şortla bindiği için önce bağırıp sonra da yumruk atmışsın. Gerçekten bak, sen eskiden böyle bu kadar sinirli değildin. İyi hatırlıyorum. Yumruk attığında sesini çıkartmayan amcalar teyzeler de böyle değildi. Sana bir şey oldu. Mezar yıkıyosun lan, bi düşün bak, çok acayip bi şey bu. Adamlar dev gibi insanlık anıtına ucube diyip sonra da kafasını kestiler. Koca heykeli yıktırttılar. Onlardan mı cesaret alıyorsun, olay bu mu yani?
O heykeli yapan da aha senin kırdığın mezarı yapan kişiymiş zaten. Yoksa sen de heykeli yıktıranla aynı kişi olmayasın?
Zaten her işi yapıyorsun, her an her yerdesin. Bi kaç sene önce Karaköy iskelesinde kız arkadaşımı uğurlarken de ordaydın. Vedalaşıyorduk, sarılmıştık böyle, vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyorduk. ‘’dışarı çıkın nerde ne yapıyorsanız yapın’’ diye bi ses duyduk, bi baktık o jeton kabinleri var ya ordan bize bakıyorsun. Önce bize seslendiğini anlamadık. Şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘’lan yürüyün burada o işler yapılmaz! Yürü’’ gibi bi cümle daha kurdun. Ben o zamanlar henüz senden bu kadar korkmadığım için ‘’ne diyo lan bu lavuk’’ diye bi kabaracak gibi oldum da hadi neyse diye indik iskeleden.
Geçenlerde de duydum ki otobüs şoförü olmuşsun, sürdüğün otobüste bi çift öpüştü diye benzer şeyler söyleyip aşağı indirmişsin çocukları. Lan oğlum bi şey sorucam sen insanların birbirine sarılmasına öpmesine neden bu kadar kızıyorsun? Açık konuş, o sırada arzuluyor musun yoksa o kızları? Günahını almayım ama kıskançsın sanırım hafiften. Tamam mesela bak bi yerde sap sap otururken yanımda bi çift öpüşünce ben de bi kıskanıyorumi bi yutkunuyorum böyle gulp diye. Ama çok bakmıyorum, öpsün yani çocuk kızı ne güzel işte. Benim rahatsız olmam o anki saplığımla ilgili çünkü. Seninki de bana öyle gibi geldi. O kızı o çocuğa yedirmek istemiyosun. O ahlaksız diye bağırdığın kız sana gelse, azcık gülümsese, iki tatlı söz söylese heycanlanıp boncuk boncuk terler, bayan mayan eheh meheh diyerek tavlamaya calışırsın gibime geliyo. Neyse dediğim gibi günahını almıyım, öyle olur gibi geldi bi an.
Geçenlerde kızarkadaşımla vapura bindiğimizde de arkamızda oturuyodun. Kolumu kızın omzuna attım, gülüşüyoruz ediyoruz, ama sessiz sakiniz, rahatsız etmiyoruz kimseyi. Çıt çıkartmıyoruz, öpüşme filan da yok zaten. Bi baktım arkadan bizi kesiyorsun. Hemen anladım, kolumun yerini beğenmedin. Kızla fazla samimi buldun beni. Korktum lan bakışlarından. Çünkü biliyorum gelip bişi söylesen, ne biliyim ‘’ramazanda utanmıyor musunuz sarmaş dolaş oturmaya?’’ desen, etrafımızdaki insanlar da artık sesini çıkartmayacak. Bi çoğu da seni haklı bulucak. Cevap versem ‘’uzatma’’ diyecekler. Kavga çıksa, ağzını burnunu bi güzel kırsam ben suçlu olucam. Karakolluk olsak zaten bitmişim. Her şekilde haklısın yani.
Yanlış anlama, sadece ramazanla öpüşmeyle bilmemneyle ilgili şeyler söylemiyorum. Ben genel olarak senin tavırlarınının değişmesine üzülüyorum. Sevgisiz bi insana dönüştün sen. Herhangi bir şeyi sevmeyi zayıflık gibi görür oldun sanırım. Sürekli laf söylüyorsun her şeye. Senin için her şey bok gibi. Bazen internet gazetelerinde haber altındaki yorumlarını okuyorum. Adam bi şeyden övgüyle bahsetmişse anında ‘’popülist ibne, ayak yapıyo’’ diyosun. Biri bi film mi çekmiş, ‘’olmamış’’ diyiveriyosun. Sana yaranmak mümkün değil. Hiç bi şeyi sevmiyorsun. Başka insanları hiç sevmiyorsun. Sokakta karşıma çıktığında kötü bakıyosun. Sana selam vermeye korkuyorum. Karşılaştığımızda günaydın derim ben normalde. Ama yüzüne baktığımda her an ‘’ ne bakıyosun lan’’ diycek gibi davranıyosun. Çekiniyorum, kaçırıyorum gözlerimi. Beni yendiğini hissettiğin için sen bundan da hoşnut oluyosun.
Geçenlerde yuutup’da eski siyasilerin bi tartışmasını izledim. Demirel, Mesut Yılmaz, Ecevit, İnönü, Erbakan filan hepsi bir masada oturuyolar ve biri konuşurken diğerinin çıtı çıkmıyo. Bu adamların ülkeyi yönettiği yılları övecek değilim şimdi tabii. Ama ne biçim saygılılarmış lan. Hiç bağırıp çağırmıyolar. En fazla iğneliyici konuşuyolar. Şimdiki adamları aynı masaya oturtmayı başarsalar da biri silahını çekicek gibi bakar, biri kollarını sıvayıp dövücekmiş gibi yapar, hatta ‘’yok öyle lagaluga’’, ‘’lölö yapma’’ filan derler. Acaba sen de bu adamları göre göre mi böyle oldun? Bu devirde öyle olmak daha mı doğru, daha mı geçerli geliyo? ‘’artık böyle… yerse’’ filan mı diyosun? Daha mı iyi hissediyosun?
Yıllar evvel mısıra gitmiş bi tanıdığımız ‘’mısırda yalan söylemek normal bi şey. Kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten’’ demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. Hani iki gün Avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya ‘’abi Almanya’da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burada herkes ayı gibi’’ diye memleketi kötülemeye. Ben yakına kadar ‘yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? Biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir’’ diye düşünürdüm.
Şimdiyse kusura bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. Hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? Sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. İsterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yarıycak? Cebinde parası olan sihirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? Koca heykel niye yıkıldı lan? Kusura bakma aklım hep ona gidiyo. Nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?
Bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, ‘’yıkılsın kardeşim!’’ dedi. Böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım, ‘’ya niye yıkılsın abi? Heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bir şey var, bi de dikilmiş işte oraya. Neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? Normal mi bu sence?’’ dedim. Mantıklı bi cevap bekledim, hani ‘’şu yüzden yıkılsın’’ desin ki diyolog ilerlesin diye. Adam sadece ‘’yıkılsın ya boşver yıkılsın!’’ dedi zevk alır gibi. Sanki heykelle toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikam alıyo gibi. Bu tavır sana da garip gelmiyo mu? O taksicide mi sendin lan yoksa? Sen de her işi yapmışsın mna koyayım, otobüs şoförü müsün taksi şoförü müsün belli değil. Arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. ( kötü espiri gücümle seni pis döverim.)
Yakına kadar ‘’bu sadece bi dönem. Bu adam da değişecek. Sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni’’ diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. Hayatında yurt dışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile ‘’eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. Kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? Başka ülkeye mi gitmek lazım? Gitsek naapıcaz, ne bok yiycez’’ dedirttin.
Çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atacaksın gibi geliyo bana. Oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. Herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. İşin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine ‘’beğenmeyen defolup gitsin lan’’ diyosun, biliyorum ben seni. Zaten burada yaşamamı istemiyo gibisin. Vapurdan dışarıdaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. Aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine ‘’trübünlere oynuyosun’’ diyceksin.
Bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. Çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. Ama tek ricam, sinirli olma. Ne biliyim mezar kırma, heykel yıkma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. Kurban olayım ‘’burdan gitmek lazım’’ geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaktan soğutma işte. Elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamınaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. Çocukken aynı mahallede oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. Bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. Yemin ederim ne dersen dinlerim. Dersin ki ‘’bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın’’. Ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. İşte o günün gelebileceğini umarak sana mezarını kırıp yıktığın Can Yücelin’in meşhur bir şiirini hediye ediyim hadi. Tamamını da bilmiyodum internetten baktım idare et.
En uzak mesafe ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan.



Ersin Karabulut - Uykusuz (Ağustos 2011)

Teşekkürler Burcu Yıldız'a:))

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Doktorlar


show tv bildiğin doktorlar tv oldu, biliyorum. tekrarı da izleniyormuş baya bir onu da biliyorum. "fkjv dizisinin çakması" da denildiğini yazmama gerek yok sanırım.

benim bi sahnem var bu dizide. bin kere tekrarlandı bu ama ben her defasında tekrar izledim o sahneyi. ömer'in öldüğü sahnesini. zeynep'in başını onun kalbine, başkasının kalbi aslında o..ona koymuş. atmayan bir kalbi dinliyordu. siyah. gelinlik gibi ama siyah uzun bi elbise giyinmişti.
en sonunda şey diyordu "cerrah olduğumu düşünmüştüm ama değilmişim."


http://www.itusozluk.com/video/doktorlar/64951

26 Ağustos 2011 Cuma

yapıcam böyle bişey


http://webtv.hurriyet.com.tr/3/21009/0/1/iste-genclerin-yeni-cilginligi.aspx

çok hoş yaa bayıldım!:))

başlık mı? ne zamandan beri bir başlık altında toplanabildik ki? hııı ne zaman..


kitap okumazsam ciddi ciddi kendime zarar verebilirdim
o potansiyele sahibim, biliyorum
peki sadece kitaplar mı beni engelliyor tamamen
hayır tabi ki de
birkaç bişey daha var
bilmesi gereken kişi bunları biliyor zaten
büyükanne'yi dinliyorum yine
büyükannemi mi hatırlıyorum peki
ben babaannemi hiç görmedim
anneannemi gördüm, onunla yaşama şansına sahip oldum.
dedem
biri hayal meyal, diğeri hiç
sırf bu yüzden değil tabi ki de şanssızlığım
o kadar çok şey var ki
canım sıkkın
hayır bugünkü arkadaş olayı değil
sinsi insanlarla işim olmaz
ben sadece
kendime kızıyorum
sinirim kendime
insanlar bana yapmak istemediğim şeyler yaptırıyor
niye bilmiyorum
ben onlara bir şey yapmıyorum
konuşmuyorum bile
canım sıkkın
hem de çok
en son ne zaman ağladım diye şimdi kendime sormam saçma olur
çünkü ben genelde ağlarım
ağlancak bişey yaratmam kendime
ama ağlarım
yani
birazdan içeri gitsem
odama
gitsem yatağıma
yatsam
biri üstümü ört...
yok öyle biri
ben hallederim
sonra uykuya dalsam
ama çok sonra değil
öyle 3-4 saat sonra değil
uykuya dalış sürem
15 dk gibi olsa
temiz olsa
nolur hemen uyusam
sabah nefes alamasam
almak istemiyorum
şimdi sen bunları okuyosun ve
bana sinir oluyorsun
biliyorum
senin için de zor
benim böyle şeyler söylemem
seni çok üzüyor
biliyorum
ama inan şunları yazmak bana hiç koymuyor
yani dediklerim olsa inan
rahat edicem
gerçekten
shakespeare'in 66.sonesinde der ya hani
"vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama."
benimki de aynı bu hesap.
kaan geliyor aklıma
öldüğü, intihar ettiği yaştayım
tanıdık geliyor bana
kurtuluş değil derler ya hani bazı insanlar
onları bi yerde toplayıp
neyse neysee
konumuz bu değil
kurtuluş olduğunu kim söyledi
ben öteki tarafı merak ediyorum
buradan sıkıldım
çok yaşadm bile
üstü kalsın gibi
umut mu diyordu bunu
sarıkaya olan
bilemiyorsun bazen
ne kadar bilmek istesen de
bilemiyorsun bazı şeyleri
ya da bilmesen daha iyi olur
uykum geldi



20 Ağustos 2011 Cumartesi

Harlan beni öldürüyorsun yavaş yavaş.





bu adama bayılıyorum. kurgusuna bayılıyorum. beni her defasında ters köşe yapmasına bayılıyorum.
bu adamın Orman, Oyunbozan, Asla Vazgeçme ve son olarak Kapan adlı romanlarını okudum.
var birkaç tane daha okumam gereken. aslında Büyük Vuruş'u almıştım Kayıp'ta var elimde onu mu okusam şimdi diye düşünüyorum. ama yok ya hepsini bir anda okuyup bitirmek iyi olmuyor. şimdi Kaybedenler Kulübü'nü okuycam. aa yoook Richard'ın bu:)

o değil de Kapan'ı okuyacak olanlar şunu bilsin sonu asla düşündüğünüz gibi değil. katili asla bulamayacaksınız:)

16 Ağustos 2011 Salı

Ben deeee unuturumm seni biiiir gecedeee..


Eski'de gezerken dükkanların birinden bi şarkı çalması.
aynı anda kuzenle şarkıyı söylememiz.
içerden sesin daha da çok açılması.
bizim şaşkın ve mutlu halimiz.
şarkıyı kimin söylediği hakkında bir fikrimizin olmaması.
ama şarkının bizi yakalaması..



13 Ağustos 2011 Cumartesi

Bir çocuğun elleri (Cem Adrian'a)

Bundan yıllar önce bir sese aşık olmuştum ben. Hayır ismini söyleyemem sadece Bana özel o. Bu ses öyle naif, öyle kırılgan ve masumdu ki kendimi çok kirli hissediyordum karşısında. Öyle pişman, öyle kötü ve öyle mutsuz ki… Evet bunların hepsini o ses hissettiriyordu bana. Sonra dalga geçer gibi bütün bu pişmanlıklarıma Unutursun diyordu. Ama ben Ağladıkça o da ağlıyordu bazen.

Hiç yüzünü görmedim bu sesin. Ellerini tutmadım hiç. Gölgesine rastladım bir kere. Merdivenlerde. Deli gibi yukarı uzanan o çok sıralı basamaklarda gördüm silüetini. Elinde küçük bir bavul vardı. Tek tek ama hızlı hızlı çıkıyordu basamaklardan. İlerliyordu hiç arkasına bakmadan. Ama ben seslendim, koştum ardından. Merdivenlere kadar koştum ve orda durdum. “Nereye gidiyorsun” dedim hafif sitem dolu bir sesle. “Beni bırakıp nereye?” dedim. Duydu beni. İrkildi bir an. Ama yüzünü dönmedi, bakmadı bile bana. Sadece “yol” dedi. Yollardayım

Gidiyordu işte. Bir Kelebek misali, belki bir günlüktü bu heves. Geri dönecekti belki de Yağmura tutulmış, sırılsıklam bir şekilde. Islak kelebek olacaktı döndüğünde, bir o kadar da pişman.

Ya da hiç dönmeyecekti ve bu çok büyük bir ihtimaldi. Peki ben ne yapacaktım onsuz. O hiç görmediğim yüzün sesini bir daha nasıl duyacaktım? Bana ne yaptın diye nasıl soracaktım ona? Nasıl beni böyle Yarım bırakabilirdi ki?

Sen gittin tamam. Peki ben ne olacaktım Benden sonra

Ellerine hiç dokunmamıştım, tutmamıştım belki ama, ben senin sesinde daha çok onun ellerini tutuyor gibiydim. Tanrının ellerini… Sen sevdirmiştin bana onu. Sen inandırmıştın varlığına.

Seninle karşılaşmadan önce hayal kırıklıklarım, ummadığım umutlarım, gerçekleşmeyen hayallerim ve hiç bitmeyen pişmanlıklarım, keşkelerim vardı. Doğru, şimdi de var. Ama o zamanlar hep şunu derdim kendi kendime “Yalnız da ayağa kalkabilirim”… Ama şimdi biliyorum ki o bana yardım eder. Çünkü diyorsun ya hani Tanrı aslında sever hepimizi diye, artık buna inanmak istiyorum ben. Anladım, çözdüm onu ben. Bir melek ölürken bile bize sesleniyor aslında o…

Bana bu kadar yardım etmişken, bana umutlar vermişken, bu kadar yakınken niye gidiyorsun ki sen? Peki gitmemen için ne yapmalıyım ben?

Unutursun” diyorsun ama buna sen bile inanmıyorsun değil mi?

Sen benim hep eksik kalan cümlelerimin öznesisin.

Peki bu yaptığın ne?

Çocukken inandırılıp, kandırıldığımız masallardan ne farkın kaldı şimdi?

Hani biz başka bir masal yaratacaktık. Bizim masalımızda Masal şarkısı olacaktı hani.

Ama şimdi yoksun, Kayıpsın.

Belki de Bir katilin ellerinde kalbin, ondan böylesin.

Sen yoksun ya ışıkta yok geceme, seste, bir silüette yok.

Aşk bu gece şehri terk etti bu yüzden.

Şimdi seni hatırlatacak hiçbir şey yok biliyor musun yanımda. Sadece senin olan, sadece sana ait…

Keşke bir kere de olsa gözlerinin içine bakabilseydim hayranlıkla, başımı omzuna yaslama şansını yakalayabilirdim belki o zaman, ikimizde ağlarken.

Ve belki, yine o zaman diyebilirdim sen gittikten sonra “O kirpik hala bende sevgilim” diye.

Avunabilirdim belki…

not: nisan ayında, konserinden bir gün önce yazmış olduğum yazıydı bu. şarkılarından oluşan kopuk kopuk bir öykü...

12 Ağustos 2011 Cuma

Kaybedenler Kulübü




üstünden aylar geçti ve ben bugün izledim filmi. tabi ilk başlarda deli gibi bir reklamı vardı. herkes gidip izliyordu. hele asıl Kaybedenler Kulübü'nü dinleyen kitle...
ama ben bilerek izlemedim. biraz zaman geçsin dedim, ortalık durulsun.sonra..

öncelikle şunu söyliyim ben bu programı radyoda dinlemedim hiç. sadece filmden sonra itü sözlük radyosu aracılığıyla dinledim. onda da nejat, yiğit ve asıl kaybedenler vardı ki çok çok güzel bir programdı o. millet bunu lisede dinlemiş ama ben lisedeyken bi Muzo vardı. bende onu dinlerdim. buradan selamlar kendisine.

neyse..efendim filmi ben beğendim. hatta bir kere daha izleyebilirim.
yazıcam bişeyler de ama yani Kaan gibi bir adamın Zeynep gibi bir kadına bu kadar tav olması size de biraz komik gelmiyor mu? Zeynep'in sürekli sırıtıyor olması, hemen tahrik olması çok komik geldi bana. yani Kaan gibileri bilmiyor mu da çok yadırgadı onu barda yanında bir kızla konuşurken. bana buralar biraz tırt geldi açıkcası.. hele kız demedi mi ben seni babamla nası tanıştırcam diye..he dedim heee tanıştırırsın babayı:)
ama ben yine de yazmak istiyorum film hakkında aklımda ne varsa.

* Leyla ile Mecnun'u izleyenler bilir. Erdal bakkal var bir tane orda. İsmail abinin sürekli ağzın çeksin diye çemkirdiği ve haklı da olduğu adam. Yani Cengiz Bozkurt. adama erdal diye diye gerçek adını unuttuk resmen. Bu adam Kaybedenler Kulübü'nde Çakal Yılmaz'ı yani ordaki taksicilerden birini oynadı. hemen tanıdım tabi o tipi.

* Serra Yılmaz'ı ne çok özlemişim. Cahil periler'deki hali geldi aklıma hep. onu orada o kadar sevmiştim ki hala da çok severim. yerim o tontonu:)
bu filmde anne oğul ilişkisini, diyaloglarını beğendim açıkcası. özellikle annenin "kızlar alınmıyor mu siz öyle konuşunca?" diye sorması ve Mete'nin "Bilmem" diyip gülümsemesi.

* Mete demişken filmde bir sahne siyah beyaz mıydı yoksa bana mı öyle geldi? sonlara doğru sanırsam şöyle bi sahne vardı.(şimdi baktım siyah beyaz bir sahne var:))



* sigaramın dumanı daaa dumanıııı,,elektriklerin gitmesi,,,çakmakların yanması,,,herkesin hep bir ağızdan bu şarkıyı söylemesi...

* radyo programını dinleyen sadece gençlerin olmaması, ya da yurtta kalan öğrenci gruplarının olmaması..ve filmde bunu bize göstermeleri her zaman. bir kız var köyde ya da küçük bir kasabada ama radyo elinin altında cam kenarında. taksiciler var..ki taksici ve kamyoncular ya da uzun yol giden tüm şoförler bizden çok radyo dinliyor. ben de çok radyo dinlerim, programa bağlanan kişiler genelde taksici ya da dediğim gibi tır şoförleri oluyor.
ben en çok brit'i sevdim. bi de ressam hakan karakterinin kaybedenler kulübü'nü intihar etmeden önce dinleyip etkilenmesi zaman buldukça tekrar tekrar dinlemesini. ve "bir de baktım ki sizin programı dinlerken ölmeyi unutmuşum" demesi.. programları kaydedip gündüzleri de dinlemesi. mete'nin "her programı değil herhalde" demesi üzerine hakan'ın "eh biraz var" diye cevap vermesi ve o anda ekranda hakan'ın yüzünün buğulaşıp arkasında yüzlerce Kaybedenler Kulübü'nün radyo kayıtlarının göstermesi. evet bu sahnede etkilenmiştim.

* Kaan'ın halısına bişe dökülmesine ayar olması, sinirlenmesi..Zeynep'e bile atarlanması. Zeynep'in de koca bir dondurmayı halıya boşaltım bir de "pardon" demesi. orda bi bakışı vardı ki izleyenler bilir o ne bakışı olduğunu:)

* "o kadar yalnızım kiiiiii"... "sen ne diyosun ya ben geçen gün ölüyorum sandım yalnızlıktan":D

* Nejat'a uzun saç yakışmamış tamam serseri piç gibim oldun ama bence tam da olmadın. kısa saç sana daha iyi gidiyor.

* Ahu Türkpençe'yi bi sevemedim. zaten ilk sinema filmi de buydu yanılmıyorsam genelde dizilerde oynadı. ama burda da ona kısa saç çok yakışmış ya bayıldım o haline. ama Zeynep karakteri mi böyle olması gerekiyordu ya da bana mı çok salakça geldi bilmiyorum ama Zeynep'in Kaan'ı anlayamaması, hayatını yaşam tarzını filan. ona karışması. ki Kaan gibiler kıl olur böyle şeylere. yani nasıl karışabildi ki bu kadar. onu anlamadım pek. bi de salak salak gülmesi ama her sahnede. uyuz oldum ya. her bi hareketinde liseli ergen gibi davranması kızın. of neyse..
asıl sahne...,,

* "gitme de...diyebilir misin? gitme de.." diyip yalvarır gibi gözlerinin içine bakması ama Kaan'ın ağzından tek bi kelimenin dahi çıkmaması... kızın kalkıp gitmesi. Kaan'ın çöküşü..
dikkat ettiniz mi Mete hiç ağlamadı filmde ya da gözleri dolmadı son programda bile. ama Kaan'ın gözleri doldu iki sahnede.

* Yiğit Özşener'in sevişme sahnesi çok kötüydü lan yalnızlar partisi'nde.

* vee "bazen":)

bazen ölür...bazen ölemezsin..
bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin...


* kim lan bu erol egemen.. kim lan bu lavuk??:D
yalnızlar partisi'nde ordaydı ama.. yüzük evet...neyseee..

* Murat'a hiç başlamıyorum. o zaten büyük aşk yaşıyordu o kızla.. bence onların arasında büyük olan sadece kızın göğüsleriydi de neyse.
yalnız nasıl bi bezgin bekir'liktir o yaa ben kendimi tembel derdim ta ki onu görene kadar. yerim lan saatleri de şaşırıyo ya hep. 3 mü 5 mi filan diye. salak!:)


böyle işte..aklıma gelenler bu kadar. ben çok keyif aldım izlerken. bence hala izlemeyenler varsa izlesinler..

imza:

ben!

Kırk Yılda Bir Gibisin..



Bu başlık aslında şu an okuduğum kitaptan geliyor. Bunu daha önce demiştim sanki burada. Ama kitabı bırakmışım öyle ilk sayfalarında şimdi tekrar başladım.
Cezmi'nin kitabı evet. Aslında ben bu adamın kitabını çok eskiden okumuştum adı tabi ki de Şizofren Aşka Mektup'tu. Fazla sevdiğim ya da etkilendiğim bir yazar değil ama bu aralar nedense bu tip kitaplar okumak istiyorum. Bana yardımcı olmak isterseniz kitap adı vermeniz yeterli.
Yandaki fotoğrafı kuzenimden aldım. Nerden buldu bilmiyorum ya da kendi mi çekmişti hatırlamıyorum ama bana hep şu olayı hatırlatır.
Savaş var. Ortadoğu'da. Çocuklar var yalın ayak, üstlerinde sadece bir atlet ordan oraya koşturuyorlar. Anneleri babaları nerde belli değil. Bir çocuk vardı orada. Birkaç metre yakınında da bir baloncu. Rengarenk balonları var baloncunun. O kadar renkliler ki o kapkara fotoğrafı çocukla birlikte aydınlatan tek yanı o balonlardı. Çocuk umutsuzca baloncuya yaklaşır. Umutsuzca çünkü parası yok. Yerde bir su birikintisi var. Tam baloncu ile çocuğun durdukları yerin ortasında. Balonların yansıması suya düşmüş meğer. Çocuğun para verip alamadığı bir tane balonu o su bedavaya almıştı. Çocuk üzgün su mutluydu.
Böyle bir "O An" fotoğafıydı işte. Hep aklımdadır. Hiç unutmam bunu.
Evet efendim konumuz bu değil. Konumuz yok aslında.
Okuduğum kitapta şöyle bir cümle geçiyor, hatta cümleler. Tam olmasa da hak vermek istiyorum bu duygulara ben.
"Sizler diğer insanları yok sayarak seviyorsunuz birbirinizi; birini sevmek, başkalarına kayıtsız kalmak değildir. Bir kişiyi seviyor, sonra bütün kapılarınızı dünyaya kapatıyorsunuz; sevginizi, sıcaklığınızı, o kişi dışında herkesten esirgiyorsunuz..."
Burada düşündüğünüz gibi bir üçüncü şahıs yok. Yani kadının demek istediği; birisini sevmek, ona aşık olmak diğer insanları, arkadaşlarını, eşlerini dostlarını görmezden gelmek, ilgilenmemek, hep beraber olmak anlamına gelmemeli. Böyle olmamalı. Bütün bir enerjini sevdiğinize ayırıp sonra tartıştığınız zaman bunları onun yüzüne vurmuyor musunuz? Ben senin için şunu şunu yaptım, şundan vazgeçtim diye. Vazgeçmeseydin demiyor mu diğeri. Diyor.
"Sen benim için, kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça..."

Dediğim gibi bu aralar biraz böyleyim. İnsanların sevgisi çok fazla gelmeye başladı bana. Bunu daha önce de söylemiştim, belki buraya değil ama biliyordum kendimi. Sanki o sevginin altında eziliyormuşum gibi geliyor bana. Taşıyamıyorum artık. Neyi taşıyamıyorsun allah aşkına sevgiyi mi? diyorsunuz belki içinizden bana. Ama öyle değil işte. İnsanların beni, benim onları sevdiğim kadar sevmelerini istiyorum. Ne bir gram eksik ne bir gram fazla. Ama bende hep fazla çıkıyor bu. Böyle kendimi borçlu gibi hissediyorum. Ne saçma dimi?
Öte yandan artık kafa dinlemek istiyorum. Kimseyi değil sadece kendimi. Bu da kendim için yaptığım en büyük lüks sanırım.
İnsanlara ne kadar özverimle, sevgimle, sıcaklığımla yaklaşsam onlar bi şekilde beni harcıyorlar. Bir şekilde ilk gözden çıkardıkları ben oluyorum. Halbuki onlar için neler yaptım. Ya onlar benim için? Bunu sormuyorum bile çünkü cevap yok. Kof. Bişey yapmalarını da beklemiyorum zaten ama beni sömürmelerine de göz yumamam. Onlar için o kadar üzülmem, yardım etmeye çalışmam vs.. bunları nasıl unutabilir ki insan? Unutuluyormuş işte bir şarkıda da geçer dimi bu?



Bulutlar ne güzel dimi?

Bende bayıldım.

4 Ağustos 2011 Perşembe

"Bu şarkılar yıkar duvarları"


nerden dinledim bu şarkıyı Mabel'den.


o şimdi napıyor?


tatil bitti
evimdeyim
canım sıkkın
ne? sizin de mi!
yılmaz özdil gibi yazasım var
bu aralar çok gözüme batıyor kendileri
amy olayından sonra evet
tamam seviliyorsun da bokunu da çıkarma be kardeşim!
leyla ile mecnun başlasın istiyorum
ramazanı hiç sevmedim sevmiyorum da
keşke olmasa
behzat ç. seni kalbime gömdüm 28 ekimde vizyona giriyormuş
evet bende fark ettim ismini. yaniiiii arabesk kokuyor..
tamam gömmeli olaylar var kitapta bu da onun izinden gitmiş ama yaniii
neyse..behzat candır. ilk hafta gider izlerim
daha ne oldu
kitap okuyorum işte
birkaç tane bitirdim
şimdi boş zaman ve batuhan d. nin kitabını okuyorum
batuhan'dan baya bi umutluydum ama hayal kırıklığına uğradım acık
halbuki ben o kitabı kaç yerde sordum, zor buldum sonunda
ege aydan'ın bi kitabını buldum sahafçıda. çalakalem adı. hem şiir yazmış hem de onları karakalemle süslemiş.
bi an ege aydan'ı okuyunca şaşırdım tabi. bu behzat'ın abisi değil mi dedim
evet ta kendisi!
mabel matiz dinliyorum. albümünü aldım. o kadar farklı ki kapak, iç tasarım..şarkı sözlerinin dışında ne zaman nerde yazdığını da not etmiş altına.
sanki şarkıyı ben yazmışım gibi oldum
filler ve çimen..
en sonunda fanfan'ı izledim. izledik kuzenle.
gecenin bir vakti.
çok güzeldi. tekrar izliycem.
erkeklerden nefret etmeme neden oldu o aralar ama
yine izliycem
ta ki o duyguyu tekrar hissetme ihtiyacı duyana kadar
ilkokul arkadaşımı gördüm yıllar sonra
o kadar salaklaştım ki
kaaaç sene önce
o da beni görünce şaşırdı
ne çok özlemişim ya
çok aşık çalıyor şimdi
pinhani yorumuyla
dün gece bi rüya gördüm
hatta kabus
böyle aklımda birkaç arkadaşım vardı aramadım sormadım ne zamandan beri
hepsi kabus oldu bana gece
biri böbreğimi almaya çalışıyor
ama çok da canım acımıyor
yani acıdan bitkin düşmüşüm
nefes bile zor alıyorum
ölüyodum galiba
sonra biri geldi
neyse devam etmiyim
bu ne yaa
bütün dengesizlerin beni gelip bulduğunu söylesem ne kadar inanırsınız
sorun bende
kesinlikle bende
canımı sıkıyorlar
kafamı karıştırıyorlar ve
sonra da çekip gidiyorlar hayatımdan
hiç var olmamış gibi
hiç paylaşmamış gibi birçok şeyi
çok aşık'ta diyor ya fd
ben insan değilmişim mutlu edemezmişim seni diye
hadi ya diyesi gelmiyo mu insanın bi
ilk dinleyişte
ya da benim gibi 3739 kere dinlediğinde
sözlükte radyoya başvurdum
kabul edilirse..umarım edilir.
yoksa kendileri kaybeder
o kadar da iddialıyım
lafa bak
radyo dinlemeyi seviyorum
ta ki çocukluğumdan beri
sibel üresin kimdir yaa!?
ne cesaretle ve neyine güvenerek bu kadar atıp tutabiliyor
berna laçin ve rasim ozan kütahyalı'nın programına çıkmış
yok efendim 3 eşi de olsa kocamın kabul ederim diyor
hava edersin!
nereye ediyon
kadın kendi kızkardeşini bile kıskanır ya
bu kadın
nasıl yaa
ne biçim bi konuşmadır bu
ben iğrendim
şimdi birisiyle konuşuyordum da, adı bende kalsın
oruçtan dem vuruyor kendileri
dedim zor dimi yoruyo insanı
bana dediği laf
senin kadar değil
bi de üzgün surat sonuna
yerim
çok dengesizim evet
ama ben böyle değildim
beni siz delirttiniz tamam mı
sizzz!!!
bu yazı nereye gidiyor bilmiyorum ama
güzel bir yere gitmediği kesin
ben bile soğudum kendimden
okumayın derim sonuna kadar
ya da buraya gelene kadar
ya
da
bur
a
ya
atakule'nin adını el birliğiyle fatakule koyduk
kim mi
biz tabi ki!
dün mavi yeşil olmuş yine
mesaj attı iron
ayasofya'da günah çıkardım geçen hafta
eğlenceliydi
canım acımadı pek
bu kadar sanırsam
bitti.

19 Temmuz 2011 Salı

"Tanrı herkese 2 kulak vermiş daha iyi duyalım diye, 2 göz vermiş daha iyi görelim diye, 2 kol vermiş sarılalım diye... Ama herkese tek kalp vermiş. Eşini bulalım diye... Ve hiç düşündünüz mü tek kulakla, gözle ya da kolla yaşayabiliriz ama kalbimiz olmazsa ölürüz diye?..."