20 Aralık 2011 Salı
Leyla İle Mecnun (Maya takviminin bitmesi)
of yaa niye böyle yapıyor bu çocuk her zaman ağlatıyor bizi.
-------
son mayalı: sen hiç sevdiğin birisini kaybettin mi delikanlı?, kaybetmişsin bakışlarından belli. hani böyle zamanı durdurmak istersin ya, o yokken günler geçmesin istersin, elinle tutmak, kavramak istersin zamanı, ama bunu yapamazsın. işte birileri en azından yapabilmeyi denemiş, buna saygı duymalı ve onların inancı ile dalga geçmemelisin, çünkü kimsenin inancı saçma değildir. ona inanmak için mutlaka bir sebebi vardır.
-------
8 Aralık 2011 Perşembe
Bu Defa Çok Fena*
7 Aralık 2011 Çarşamba
Sezen Aksu şarkıları üzerine
6 Aralık 2011 Salı
1 Aralık 2011 Perşembe
Ata Demirer - Tek Kişilik Dev Kadro 2
26 Kasım 2011 Cumartesi
Multitap'in o enfes ve bütün gün dilimden düşmeyen şarkısı "Ben anlarım"
21 Kasım 2011 Pazartesi
Kafe (Kısa film)
16 Kasım 2011 Çarşamba
15 Kasım 2011 Salı
Makyaj
Çok uğraştım inan unutmak için seni,
O gün sarıldığımızda söz verdiğim gibi.
Son bir öpücüğü çok görmüştün bana,
“Biliyorum,” demiştin “ben gideceği yeri.”
Bu sabah çok erken kalktım,
Sevdiğin tatlıdan yaptım.
Yerken onu tek başıma,
Sessiz sedasız ağladım.
Kalktım bir çay demledim,
Açtım bir film izledim.
Zaman bir türlü geçmedi,
Bütün evi temizledim.
Sıkıldım kendimden,
Aptal mıyım neyim ben?
Neyim var böyle,
Neden kurtulamıyorum senden?
Geçmiyor günler burada senden uzakta,
Yığıldı şişeler her gün mutfakta.
Tiksindim makyajdan, aynalarımı çöpe attım!
Durmadan yedim, e biraz kilo aldım!
Affet beni sevgilim,
Unutamadım seni.
Hiç halim yok uyanmaya,
Sevemem sensiz günleri.
Çok yönlü performans sanatçısı Yavuz:)
11 Kasım 2011 Cuma
Esra Erol'un kitap yazması..
4 Kasım 2011 Cuma
akrostiş yaptım beyler!
hemen havaya girmeyin öylesine gaza geldim yazdım birine. ki o da pek önemli biri değil yani.
neyse ya..bu yazdığım ikinci akrostiş vakası. ilki çok eskidendi ve şu an hatırlamıyorum bile.
bu hoşuma gitti ama o da çok beğenmişti.
ekvator kadar yalnız
radyoda çalan şarkıyı ezberleyecek kadar sessiz bir yerde
dünden kalma yorgun gözleriyle
aklından çıkaramadığı seni düşünüyor
resmin bile yok biliyor musun o elde?
1 Kasım 2011 Salı
30 Ekim 2011 Pazar
Will Rogers
28 Ekim 2011 Cuma
Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm
dizisini çok çok sevip ve her hafta takip eden ben, diziyi hiç izlemeyen bir arkadaşımla gittim bu filme. sonuç; ben tabi ki çok memnundum. arkadaşım da "diziyi izlemediğim halde sevdim filmini" dedi bana. ikimizde mutlu ayrıldık.
(aşağıda yazılanlar filmle ilgili feci spoiler içerir)
-ben kitabını da geçtiğimiz yaz okumuştum yani son hafriyat'ı.
filmi izlerken ne zaman "kolsuz ahmet şimdi şunu yapacak, behzat bunu diyecek, harun şu espriyi yapacak" demişsem o anlarda o şeyler oldu. kitabın aynısı film. bir iki karakter var sadece üstüne. cansu dere olmuş mu diye sorarsanız..yaniiii. olmasa da olurmuş. bence çok da abartıldığı kadar bir oyunculuk sergilemedi. boşuna tantana yapmışız.
-birçok yerde gülmekten yarıldım desem inanır mısınız? valla harun yine saf, yine aptal. iyi tamam bişey demiyorum.
-hayalet köşe bucak tabutun nerden alındığını aradığı sıradaki o sahneleri bir fotoroman şeklinde yapmışlar. çok hoş olmuş ya bayıldım o ayrıntıya. bir de güzel haberlerle gelseydi de neyse.
-ve kolsuz ahmet karakteri. pardon kendini kolsuz ahmet sanan süleyman karakterine can veren hakan boyav. bence çok başarılıydı bu rolde. hele harun'la karşılıklı bir tartışmaları var izlemeye doyamadım.
küfürler var. bir yerde harun cevdet'i pembo ve gorbaçov'dan sigara istemeye gönderdiği sırada nasıl bir şey söylediyse o kadar komik geldi ki bana. hayır küfür değildi ama böyle kafiyeli bi'şeydi. hatırlayan yazsın bana da.
-filmin komik sahnelerinden biri de tabutların yerini öğrenmek amacıyla bir yüzeyaltı tomografi sistemine ihtiyacı olduğunu müdüre söyleyen behzat "napcaksın tomografi cihazını" diyen müdüre "götüme sokcam! içim dışım bir mi ona bakcam" demesi. filmin en güzel sahnelerinden biriydi. ne güldüm lan.
-ve tardu flordun'a gelirsek eğer. kitabı okurken çok psikopat gelmişti o karakter bana. filmde izlerken çok da ahım şahım bi'şey göremedim. hayır zaten çok az göründü. bir de psikologla görüşme sahneleri vardı onla da uğraşıyordu orasını filme koymamışlar. kitapta hatırlıyorum ben behzat'ta oraya gidiyordu araştırma yapmaya çünkü. tardu flordun'a redkit tam mı olmamış yoksa fazla mı ağır gelmiş tam anlamış değilim ama benim kitapta okuduğum redkit ile filmde izlediğim redkit aynı adam değildi. kitaptaki daha vurucu, daha gözü pek daha mi manyaktı sanki. filmle ilgili tek eleştirim bu. ya bilerek redkit'i az gösterdiler hayatını şöyle bi geçtiler ya da zaten böyle göstercektiler kitaptakine bağlı kalmadılar.
-veee neşet ertaş..zülüf dökülmüş yüze çaldı ya la. birlikte söyledik valla neşet babayla.
27 Ekim 2011 Perşembe
Kır çiçeklerinden bir taç yapmıştı bana..
22 Ekim 2011 Cumartesi
Midnight in Paris
şiir gibi masal gibi yağmur gibi aktı gitti film.
owen wilson'ı biliyordum da bir yerde dali karakteriyle adrien brody'nin çıkacağını bilmiyordum. sürpriz oldu bana.
bir de filmin müzikleri bence olmazsa olmazlardandı.
benim en sevdiğim şu,
ayrıca;
"paris yağmur altında daha güzeldir."
20 Ekim 2011 Perşembe
13 Ekim 2011 Perşembe
İlhan Berk'ten...
"hani ne yaparlarsa yapsınlar hep çok sevdiğin ınsanlar var ya, onların seni en çok üzenler olması, ne garip."
"umudunu kaybetme belki döner.. ama çokta ümitli olma; belkide gittiğini senden daha çok sever."
"sesini hatırlamıyorum bile; ama söyledikleri hala aklımda."
"geleceğin aşkın peşinden gidilmez; sen öldün benim ıçin. bilirim ki; ölenle ölünmez."
Kuzey Güney'deki Ali'nin Evi
son iki bölümdür kuzey'in kankası ali'nin evine takmış durumdayım.
abi şimdi bu çocuk pazarda don sütyen satmıyor mu. satıyor. tezgahı var. kendisine ait bin kere dedi zaten orasını anladık. evli değil. gördüğümüz kadarıyla bir sevgilisi yok. ailesini bilmiyoruz. ya da demişlerdir de ben hatırlamıyorum şu an. tek yaşıyor. ta ki kuzey ile simay çocuğun başına çullanana kadar.
buraya kadar her şey doğruysa bu ali'nin evi niye bu kadar düzenli lan. bekar evi değil mi orası. o kadar eşya ne arar orada ya. vitrin bile var lan içinde çeşit çeşit kadehlerin, bardakların olduğu. duvarda tablolar filan. koltuklar desen hiç de 20li yaşlardaki bir gencin zevki değil.
yok salonda yemek yemeler. sofra kurmalar. lan ben bile bu kadar özenmiyorum ya şu kız halimle. tek başıma yer kalkarım. balkonda manzara desen o biçim. yoksa çiçekte var mıydı balkonda ona dikkat etmedim bak.
bir de çok düzenli bi herif.
neticeye gelirsek eğer.
bu adam bu kadar evini düzenleyecek, çelik kapı taktıracak ya da ne biliyim.. ya tek başına nasıl bu kadar para kazandı da evini bu şekil kurdu aklım almıyor.
kuzenim bir ara diyordu bi dükkan açıp don sütyen satacam bak gör kadınlar hep bunlara para verir demişti de gülüp geçmiştim. kız haklı lan. o işten o kadar para kazanıyorsam bırak ya ne okudum ben 4 sene.
ali bir de paran yoksa veririm iş kurmak istiyorsan buluruz para o kolay filan da diyor yani kuzey'e.
hayır ben ali'yi çok seviyorum dizide ama ne biliyim ya evindeki detaylar aklıma takıldı.
çok iyi bir insan, bence duygusal da. yerine gelir deli dolu olur..
öyle işte. niye bu kadar da dert etmişsem kendime anlamadım bende.
korkmayın öyle bi dükkan açmıycam. ben kadınların nazını çekemem.
başlık başıma kaldı..oldu mu..rahatladın mı.
7 Ekim 2011 Cuma
4 Ekim 2011 Salı
29 Eylül 2011 Perşembe
Küçüğüm (bir şarkının yazdırdıkları)
hayatta bir şeyler yapmaya çalışırsınız bazen beceremezsiniz ve bu sizi hemen yıldırır. yaşınız kaç olursa olsun yorulursunuz mücadelelerden.
ya da çok sevdiğiniz birisi üzerinden hayaller kurarsınız ama o bunları bilmez. sonra kaçınılmaz son olur ve hayal kırıklıklarına uğrarsınız. ve taa en başa dönersiniz o zaman. şarkıda "küçüğüm daha çok küçüğüm" dediğimiz yere.
yine minnacık kalmışsınızdır, yine korkular içinde savunmasız bir şekilde çırılçıplaksınızdır.
27 Eylül 2011 Salı
Tadın kaldı
25 Eylül 2011 Pazar
Zenne Dancer (Ahmet Yıldız anısına)
Birbirleriyle dostluk, aşk ve anlayışla birarada yaşamayı başarabilen üçlünün karşısına çıkan töre, devlet ve muhafazakar aile değerleri...
Filmin senaryosu, 2008 yılında babası tarafından gay olduğu için öldürülen Ahmet YILDIZ'ın gerçek hikayesinden esinlenilerek kaleme alınmıştır.
17 Eylül 2011 Cumartesi
14 Eylül 2011 Çarşamba
77 Bombay Street - Long Way
12 Eylül 2011 Pazartesi
1992 yılından bir şarkı.."Selam ver"
anılar sanki hesap soruyor
seni bırakıp gitmem hataymış
deli gönlüm bunu şimdi anlıyor
anladım hala unutmamışsın
suçluyum, ne desen haklısın
hasretini çektim nefes gibi
soluğumda pişmanlığımı duyarsın
bana yine gül diyemem
beni yine sar diyemem
sevgimin hatırına birtanem
hiç olmazsa selam ver
2 Eylül 2011 Cuma
Sen Çok Değiştin (Ersin Karabulut)
Geçen gün gidip can yücel’in mezarını kırıp yıkmışsın. Kendisinin toplasan iki üç şiirini yarım yamalak biliyorum, öyle manyak bi okuru olmadım hiç yani. Ölüm yıldönümünde mezarına şarap döktükleirni duyunca aklıma sen geldin. Ulan dedim bizimki uyuz olacak bu olaya. Ama gidip mezarı kırıcağını düşünmemiştim. Gerçek bi ayıya dönüşmüşsün, ne diyim.
Peki acaba dönüşmedin de eskiden de böyle miydin?
Bak ben mesela eskiden izlediğimiz filmlerin daha güzel, eskiden içtiğimiz suyun daha lezzetli, bakkal amcanın daha iyi kalpli olduğuna inanmamı, o yıllarda çocuk oluşuma bağlıyorum. Yaşamın aslında kötüleşmediğini, aynı kaldığını, sadece büyüdükçe benim için zorlaştığını düşünmek istiyorum. Bi yandan mantıklı olan da bu zaten. Ama böyle düşünmeme rağmen, bazen yine de emin olamıyorum. Sanki bakkal amca hakkaten de ben küçükken daha ‘’iyiydi’’ . otobüsteki amcalar teyzeler daha yumuşaktı böyle. Sen de daha sakindin. Belki çok saçmadır ama elimde değil, öyle gibi geliyo.
Geçenlerde voleybolcu bir kıza otobüste şortla bindiği için önce bağırıp sonra da yumruk atmışsın. Gerçekten bak, sen eskiden böyle bu kadar sinirli değildin. İyi hatırlıyorum. Yumruk attığında sesini çıkartmayan amcalar teyzeler de böyle değildi. Sana bir şey oldu. Mezar yıkıyosun lan, bi düşün bak, çok acayip bi şey bu. Adamlar dev gibi insanlık anıtına ucube diyip sonra da kafasını kestiler. Koca heykeli yıktırttılar. Onlardan mı cesaret alıyorsun, olay bu mu yani?
O heykeli yapan da aha senin kırdığın mezarı yapan kişiymiş zaten. Yoksa sen de heykeli yıktıranla aynı kişi olmayasın?
Zaten her işi yapıyorsun, her an her yerdesin. Bi kaç sene önce Karaköy iskelesinde kız arkadaşımı uğurlarken de ordaydın. Vedalaşıyorduk, sarılmıştık böyle, vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyorduk. ‘’dışarı çıkın nerde ne yapıyorsanız yapın’’ diye bi ses duyduk, bi baktık o jeton kabinleri var ya ordan bize bakıyorsun. Önce bize seslendiğini anlamadık. Şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘’lan yürüyün burada o işler yapılmaz! Yürü’’ gibi bi cümle daha kurdun. Ben o zamanlar henüz senden bu kadar korkmadığım için ‘’ne diyo lan bu lavuk’’ diye bi kabaracak gibi oldum da hadi neyse diye indik iskeleden.
Geçenlerde de duydum ki otobüs şoförü olmuşsun, sürdüğün otobüste bi çift öpüştü diye benzer şeyler söyleyip aşağı indirmişsin çocukları. Lan oğlum bi şey sorucam sen insanların birbirine sarılmasına öpmesine neden bu kadar kızıyorsun? Açık konuş, o sırada arzuluyor musun yoksa o kızları? Günahını almayım ama kıskançsın sanırım hafiften. Tamam mesela bak bi yerde sap sap otururken yanımda bi çift öpüşünce ben de bi kıskanıyorumi bi yutkunuyorum böyle gulp diye. Ama çok bakmıyorum, öpsün yani çocuk kızı ne güzel işte. Benim rahatsız olmam o anki saplığımla ilgili çünkü. Seninki de bana öyle gibi geldi. O kızı o çocuğa yedirmek istemiyosun. O ahlaksız diye bağırdığın kız sana gelse, azcık gülümsese, iki tatlı söz söylese heycanlanıp boncuk boncuk terler, bayan mayan eheh meheh diyerek tavlamaya calışırsın gibime geliyo. Neyse dediğim gibi günahını almıyım, öyle olur gibi geldi bi an.
Geçenlerde kızarkadaşımla vapura bindiğimizde de arkamızda oturuyodun. Kolumu kızın omzuna attım, gülüşüyoruz ediyoruz, ama sessiz sakiniz, rahatsız etmiyoruz kimseyi. Çıt çıkartmıyoruz, öpüşme filan da yok zaten. Bi baktım arkadan bizi kesiyorsun. Hemen anladım, kolumun yerini beğenmedin. Kızla fazla samimi buldun beni. Korktum lan bakışlarından. Çünkü biliyorum gelip bişi söylesen, ne biliyim ‘’ramazanda utanmıyor musunuz sarmaş dolaş oturmaya?’’ desen, etrafımızdaki insanlar da artık sesini çıkartmayacak. Bi çoğu da seni haklı bulucak. Cevap versem ‘’uzatma’’ diyecekler. Kavga çıksa, ağzını burnunu bi güzel kırsam ben suçlu olucam. Karakolluk olsak zaten bitmişim. Her şekilde haklısın yani.
Yanlış anlama, sadece ramazanla öpüşmeyle bilmemneyle ilgili şeyler söylemiyorum. Ben genel olarak senin tavırlarınının değişmesine üzülüyorum. Sevgisiz bi insana dönüştün sen. Herhangi bir şeyi sevmeyi zayıflık gibi görür oldun sanırım. Sürekli laf söylüyorsun her şeye. Senin için her şey bok gibi. Bazen internet gazetelerinde haber altındaki yorumlarını okuyorum. Adam bi şeyden övgüyle bahsetmişse anında ‘’popülist ibne, ayak yapıyo’’ diyosun. Biri bi film mi çekmiş, ‘’olmamış’’ diyiveriyosun. Sana yaranmak mümkün değil. Hiç bi şeyi sevmiyorsun. Başka insanları hiç sevmiyorsun. Sokakta karşıma çıktığında kötü bakıyosun. Sana selam vermeye korkuyorum. Karşılaştığımızda günaydın derim ben normalde. Ama yüzüne baktığımda her an ‘’ ne bakıyosun lan’’ diycek gibi davranıyosun. Çekiniyorum, kaçırıyorum gözlerimi. Beni yendiğini hissettiğin için sen bundan da hoşnut oluyosun.
Geçenlerde yuutup’da eski siyasilerin bi tartışmasını izledim. Demirel, Mesut Yılmaz, Ecevit, İnönü, Erbakan filan hepsi bir masada oturuyolar ve biri konuşurken diğerinin çıtı çıkmıyo. Bu adamların ülkeyi yönettiği yılları övecek değilim şimdi tabii. Ama ne biçim saygılılarmış lan. Hiç bağırıp çağırmıyolar. En fazla iğneliyici konuşuyolar. Şimdiki adamları aynı masaya oturtmayı başarsalar da biri silahını çekicek gibi bakar, biri kollarını sıvayıp dövücekmiş gibi yapar, hatta ‘’yok öyle lagaluga’’, ‘’lölö yapma’’ filan derler. Acaba sen de bu adamları göre göre mi böyle oldun? Bu devirde öyle olmak daha mı doğru, daha mı geçerli geliyo? ‘’artık böyle… yerse’’ filan mı diyosun? Daha mı iyi hissediyosun?
Yıllar evvel mısıra gitmiş bi tanıdığımız ‘’mısırda yalan söylemek normal bi şey. Kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten’’ demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. Hani iki gün Avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya ‘’abi Almanya’da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burada herkes ayı gibi’’ diye memleketi kötülemeye. Ben yakına kadar ‘yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? Biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir’’ diye düşünürdüm.
Şimdiyse kusura bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. Hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? Sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. İsterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yarıycak? Cebinde parası olan sihirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? Koca heykel niye yıkıldı lan? Kusura bakma aklım hep ona gidiyo. Nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?
Bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, ‘’yıkılsın kardeşim!’’ dedi. Böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım, ‘’ya niye yıkılsın abi? Heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bir şey var, bi de dikilmiş işte oraya. Neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? Normal mi bu sence?’’ dedim. Mantıklı bi cevap bekledim, hani ‘’şu yüzden yıkılsın’’ desin ki diyolog ilerlesin diye. Adam sadece ‘’yıkılsın ya boşver yıkılsın!’’ dedi zevk alır gibi. Sanki heykelle toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikam alıyo gibi. Bu tavır sana da garip gelmiyo mu? O taksicide mi sendin lan yoksa? Sen de her işi yapmışsın mna koyayım, otobüs şoförü müsün taksi şoförü müsün belli değil. Arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. ( kötü espiri gücümle seni pis döverim.)
Yakına kadar ‘’bu sadece bi dönem. Bu adam da değişecek. Sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni’’ diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. Hayatında yurt dışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile ‘’eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. Kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? Başka ülkeye mi gitmek lazım? Gitsek naapıcaz, ne bok yiycez’’ dedirttin.
Çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atacaksın gibi geliyo bana. Oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. Herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. İşin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine ‘’beğenmeyen defolup gitsin lan’’ diyosun, biliyorum ben seni. Zaten burada yaşamamı istemiyo gibisin. Vapurdan dışarıdaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. Aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine ‘’trübünlere oynuyosun’’ diyceksin.
Bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. Çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. Ama tek ricam, sinirli olma. Ne biliyim mezar kırma, heykel yıkma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. Kurban olayım ‘’burdan gitmek lazım’’ geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaktan soğutma işte. Elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamınaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. Çocukken aynı mahallede oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. Bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. Yemin ederim ne dersen dinlerim. Dersin ki ‘’bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın’’. Ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. İşte o günün gelebileceğini umarak sana mezarını kırıp yıktığın Can Yücelin’in meşhur bir şiirini hediye ediyim hadi. Tamamını da bilmiyodum internetten baktım idare et.
En uzak mesafe ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan.
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Doktorlar
show tv bildiğin doktorlar tv oldu, biliyorum. tekrarı da izleniyormuş baya bir onu da biliyorum. "fkjv dizisinin çakması" da denildiğini yazmama gerek yok sanırım.
benim bi sahnem var bu dizide. bin kere tekrarlandı bu ama ben her defasında tekrar izledim o sahneyi. ömer'in öldüğü sahnesini. zeynep'in başını onun kalbine, başkasının kalbi aslında o..ona koymuş. atmayan bir kalbi dinliyordu. siyah. gelinlik gibi ama siyah uzun bi elbise giyinmişti.
en sonunda şey diyordu "cerrah olduğumu düşünmüştüm ama değilmişim."
http://www.itusozluk.com/video/doktorlar/64951
26 Ağustos 2011 Cuma
yapıcam böyle bişey
http://webtv.hurriyet.com.tr/3/21009/0/1/iste-genclerin-yeni-cilginligi.aspx
çok hoş yaa bayıldım!:))
başlık mı? ne zamandan beri bir başlık altında toplanabildik ki? hııı ne zaman..
20 Ağustos 2011 Cumartesi
Harlan beni öldürüyorsun yavaş yavaş.
bu adama bayılıyorum. kurgusuna bayılıyorum. beni her defasında ters köşe yapmasına bayılıyorum.
18 Ağustos 2011 Perşembe
16 Ağustos 2011 Salı
Ben deeee unuturumm seni biiiir gecedeee..
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Bir çocuğun elleri (Cem Adrian'a)
Bundan yıllar önce bir sese aşık olmuştum ben. Hayır ismini söyleyemem sadece Bana özel o. Bu ses öyle naif, öyle kırılgan ve masumdu ki kendimi çok kirli hissediyordum karşısında. Öyle pişman, öyle kötü ve öyle mutsuz ki… Evet bunların hepsini o ses hissettiriyordu bana. Sonra dalga geçer gibi bütün bu pişmanlıklarıma Unutursun diyordu. Ama ben Ağladıkça o da ağlıyordu bazen.
Hiç yüzünü görmedim bu sesin. Ellerini tutmadım hiç. Gölgesine rastladım bir kere. Merdivenlerde. Deli gibi yukarı uzanan o çok sıralı basamaklarda gördüm silüetini. Elinde küçük bir bavul vardı. Tek tek ama hızlı hızlı çıkıyordu basamaklardan. İlerliyordu hiç arkasına bakmadan. Ama ben seslendim, koştum ardından. Merdivenlere kadar koştum ve orda durdum. “Nereye gidiyorsun” dedim hafif sitem dolu bir sesle. “Beni bırakıp nereye?” dedim. Duydu beni. İrkildi bir an. Ama yüzünü dönmedi, bakmadı bile bana. Sadece “yol” dedi. Yollardayım…
Gidiyordu işte. Bir Kelebek misali, belki bir günlüktü bu heves. Geri dönecekti belki de Yağmura tutulmış, sırılsıklam bir şekilde. Islak kelebek olacaktı döndüğünde, bir o kadar da pişman.
Ya da hiç dönmeyecekti ve bu çok büyük bir ihtimaldi. Peki ben ne yapacaktım onsuz. O hiç görmediğim yüzün sesini bir daha nasıl duyacaktım? Bana ne yaptın diye nasıl soracaktım ona? Nasıl beni böyle Yarım bırakabilirdi ki?
Sen gittin tamam. Peki ben ne olacaktım Benden sonra…
Ellerine hiç dokunmamıştım, tutmamıştım belki ama, ben senin sesinde daha çok onun ellerini tutuyor gibiydim. Tanrının ellerini… Sen sevdirmiştin bana onu. Sen inandırmıştın varlığına.
Seninle karşılaşmadan önce hayal kırıklıklarım, ummadığım umutlarım, gerçekleşmeyen hayallerim ve hiç bitmeyen pişmanlıklarım, keşkelerim vardı. Doğru, şimdi de var. Ama o zamanlar hep şunu derdim kendi kendime “Yalnız da ayağa kalkabilirim”… Ama şimdi biliyorum ki o bana yardım eder. Çünkü diyorsun ya hani Tanrı aslında sever hepimizi diye, artık buna inanmak istiyorum ben. Anladım, çözdüm onu ben. Bir melek ölürken bile bize sesleniyor aslında o…
Bana bu kadar yardım etmişken, bana umutlar vermişken, bu kadar yakınken niye gidiyorsun ki sen? Peki gitmemen için ne yapmalıyım ben?
“Unutursun” diyorsun ama buna sen bile inanmıyorsun değil mi?
Sen benim hep eksik kalan cümlelerimin öznesisin.
Peki bu yaptığın ne?
Çocukken inandırılıp, kandırıldığımız masallardan ne farkın kaldı şimdi?
Hani biz başka bir masal yaratacaktık. Bizim masalımızda Masal şarkısı olacaktı hani.
Ama şimdi yoksun, Kayıpsın.
Belki de Bir katilin ellerinde kalbin, ondan böylesin.
Sen yoksun ya ışıkta yok geceme, seste, bir silüette yok.
Aşk bu gece şehri terk etti bu yüzden.
Şimdi seni hatırlatacak hiçbir şey yok biliyor musun yanımda. Sadece senin olan, sadece sana ait…
Keşke bir kere de olsa gözlerinin içine bakabilseydim hayranlıkla, başımı omzuna yaslama şansını yakalayabilirdim belki o zaman, ikimizde ağlarken.
Ve belki, yine o zaman diyebilirdim sen gittikten sonra “O kirpik hala bende sevgilim” diye.
Avunabilirdim belki…
not: nisan ayında, konserinden bir gün önce yazmış olduğum yazıydı bu. şarkılarından oluşan kopuk kopuk bir öykü...