29 Eylül 2011 Perşembe

Küçüğüm (bir şarkının yazdırdıkları)


şarkıyı her dinlediğimde kabuğuna çekilmiş, etrafında kimsesi olmayan, kimsenin de ses etmediği o buruk sessizlikte, küçücük, minnacık kaldığımı hissediyorum.
hayatta bir şeyler yapmaya çalışırsınız bazen beceremezsiniz ve bu sizi hemen yıldırır. yaşınız kaç olursa olsun yorulursunuz mücadelelerden.
ya da çok sevdiğiniz birisi üzerinden hayaller kurarsınız ama o bunları bilmez. sonra kaçınılmaz son olur ve hayal kırıklıklarına uğrarsınız. ve taa en başa dönersiniz o zaman. şarkıda "küçüğüm daha çok küçüğüm" dediğimiz yere.
yine minnacık kalmışsınızdır, yine korkular içinde savunmasız bir şekilde çırılçıplaksınızdır.

27 Eylül 2011 Salı

Tadın kaldı



Vega dinliyorum...bu kez ne Uçları kırık'ı, ne o çok özlediğim Ankara'yı, ne de alaturka versiyonuna bayıldığım Desem de inanma'yı..

bu kez farklı.
bu kez hayatıma bir anda girip ve yine bir anda çıkanlar için dinliyorum bu şarkıyı.
hep bir parçasını bırakanlar için.
hep bir hatıra bıraktıkları için bu kadar karışığım.
her giden bir parçasını bıraktığı için bu kadar ağır yüküm.

bir şarkıda geçer.."hiç gelme gideceksen" diye.
şimdi bende aynen böyle diyorum.

25 Eylül 2011 Pazar

Zenne Dancer (Ahmet Yıldız anısına)

merhaba..

bugün Ayşe Arman'ın röportajına baktım. şans eseri. bir röportaj vardı iki yönetmenle yapılmış. filmin adı Zenne Dancer. hay allah dedim bu film türk müydü? daha önce neden duymamıştım ki ben? ki bu olayı da daha dün gibi hatırlıyorum.

efendim olay şuydu;
26 yaşında bir genç babası tarafından öldürülmüştü seneler önce. babanın oğlunu öldürme nedeni oğlunun eşcinsel oluşuydu. 26 yaşında daha gencecik iken babası onu bu yüzden hunharca öldürdü.
baba kayıp hala yakalanacak..mezarına sevgilisi ve arkadaşları gidiyor. ailesi yok. kayıp.

bir baba nasıl oluyor da bir nedenden dolayı oğlunu öldürebiliyor ki? aklım almıyor bunu. bakın bir neden diyorum. bu ya da şu nedenden dolayı demiyorum. herhangi bir neden bu. evladının canı olabilir mi ya.

bu olayı hiç unutmadım. ben gibi milyonlarca kişi de unutmadı biliyorum. ve şimdi Ahmet'in arkadaşları onun hayatından esinlerek ona ithafen filmini çekmişler. film altın portakal'da.

bu ülkede insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu artık biliyoruz. bunu görüyoruz her gün çünkü. biri eşini döver, sonra öldürür ve en son olarakta yetinmeyip doğrar poşete koyar ve denize atar. ya da arka bahçeye gömer. evet evet..biz bunları hep okuyoruz. her gün 3. sayfada, ana haberlerde... katiller ya kaçıyor, yakalanamıyorlar ya yakalanıp az bir cezayla kurtuluyorlar.

ölenler geri gelmiyor. vahşice öldürülenler geri gelmiyor. ailesi tarafından, o ağalar beyler tarafından adı konulan töre cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. kendi kararlarını kendileri kesen ebeveynler tükenmiyor. en az 3 diyor birisi ordan karga sesiyle. en az 3! bunların ikisinin toprağa genç yaşta girmeyeceğinin garantisini verebiliyor mu acaba? bunların çocuk yaşta evlenmeyeceğinin okula gideceğinin garantisini verebiliyor mu başbakan(!). hayır..ama yine de doğurun diyor. bilinçsiz, cahil bir ana babanın evladı olun diyor açıkça.
sözünden mi çıktı kes cezasını. yanlış bir şey mi yaptı vur kafasından tek kurşunla.

konumuza dönersek eğer.
Ahmet'in babası gibi o kadar çok baba var ki bu ülkede. o kadar çok cahil, yobaz, baba denmeyen ama biyolojik olarak baba olan insanlar. ve biz bu insan bozmalarının arasında nefes almaya çalışıyoruz. nefesimizin bazen pis kokmasının nedeni bu olsa gerek.

Zenne Dancer'ın yönetmenlerinin röportajını okumak isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilirler.


filmin afişi, konusu ve fragmanı da sırayla aşağıda.






İmkansız bir üçlünün dostluk öyküsü: DANIEL, Türkiye'nin değer yargılarını çok tanımayan ve 1 yıllığına İstanbul'a gelen bir Alman fotoğrafçı. Renklerini gizlemekten sakınmayan, ailesinden koşulsuz destekle koruma gören ve İstanbul'un dans klüplerinde Zennelik yapan CAN. Ve doğulu, muhafazakar bir ailenin çocuğu olan AHMET.

Birbirleriyle dostluk, aşk ve anlayışla birarada yaşamayı başarabilen üçlünün karşısına çıkan töre, devlet ve muhafazakar aile değerleri...

Filmin senaryosu, 2008 yılında babası tarafından gay olduğu için öldürülen Ahmet YILDIZ'ın gerçek hikayesinden esinlenilerek kaleme alınmıştır.

14 Eylül 2011 Çarşamba

77 Bombay Street - Long Way


şimdi şöyle bişey oldu.
bu şarkıyı bana İron söyledi. dedi çok sevdim bir dinle bu şarkıyı.
o gün bugündür dinliyorum bende.

tavsiyem şu; sabahları eğer çok asabi ya da asık suratlı kalkıyorsanız açın bu şarkıyı ve kahvaltınızı öyle yapın. ben demedim de biliyorum. günüm güzel geçiyor:)

12 Eylül 2011 Pazartesi

1992 yılından bir şarkı.."Selam ver"

sözlerini okurken aklıma ben geldim. ki bu çok zor olmadı.
özellikle hani keşkeleriniz vardır ya..geriye dönüp yapmadığınız için kendinize kızdığınız. ya da yaptığınız için pişmanlık duyduğunuz.
şarkıda "seni bırakıp gitmem hataymış, deli gönlüm bunu şimdi anlıyor" diyor ya. işte benim en son noktam bu oluyor.


gözlerin geçmisi sorguluyor
anılar sanki hesap soruyor
seni bırakıp gitmem hataymış
deli gönlüm bunu şimdi anlıyor

anladım hala unutmamışsın
suçluyum, ne desen haklısın
hasretini çektim nefes gibi
soluğumda pişmanlığımı duyarsın

bana yine gül diyemem
beni yine sar diyemem
sevgimin hatırına birtanem
hiç olmazsa selam ver


2 Eylül 2011 Cuma

Sen Çok Değiştin (Ersin Karabulut)


Selam. Normalde böyle şeyler yazıp çizmeye de utanırım ama bu hafta içimden seninle konuşmak geldi. Bi ihtimal kulağına gelirse diye. ‘’bu ne lan duyarlı mısın nesin’’ diye dalga gecenler olucaktır, ama napalım, bu hafta böyle.
Geçen gün gidip can yücel’in mezarını kırıp yıkmışsın. Kendisinin toplasan iki üç şiirini yarım yamalak biliyorum, öyle manyak bi okuru olmadım hiç yani. Ölüm yıldönümünde mezarına şarap döktükleirni duyunca aklıma sen geldin. Ulan dedim bizimki uyuz olacak bu olaya. Ama gidip mezarı kırıcağını düşünmemiştim. Gerçek bi ayıya dönüşmüşsün, ne diyim.
Peki acaba dönüşmedin de eskiden de böyle miydin?
Bak ben mesela eskiden izlediğimiz filmlerin daha güzel, eskiden içtiğimiz suyun daha lezzetli, bakkal amcanın daha iyi kalpli olduğuna inanmamı, o yıllarda çocuk oluşuma bağlıyorum. Yaşamın aslında kötüleşmediğini, aynı kaldığını, sadece büyüdükçe benim için zorlaştığını düşünmek istiyorum. Bi yandan mantıklı olan da bu zaten. Ama böyle düşünmeme rağmen, bazen yine de emin olamıyorum. Sanki bakkal amca hakkaten de ben küçükken daha ‘’iyiydi’’ . otobüsteki amcalar teyzeler daha yumuşaktı böyle. Sen de daha sakindin. Belki çok saçmadır ama elimde değil, öyle gibi geliyo.
Geçenlerde voleybolcu bir kıza otobüste şortla bindiği için önce bağırıp sonra da yumruk atmışsın. Gerçekten bak, sen eskiden böyle bu kadar sinirli değildin. İyi hatırlıyorum. Yumruk attığında sesini çıkartmayan amcalar teyzeler de böyle değildi. Sana bir şey oldu. Mezar yıkıyosun lan, bi düşün bak, çok acayip bi şey bu. Adamlar dev gibi insanlık anıtına ucube diyip sonra da kafasını kestiler. Koca heykeli yıktırttılar. Onlardan mı cesaret alıyorsun, olay bu mu yani?
O heykeli yapan da aha senin kırdığın mezarı yapan kişiymiş zaten. Yoksa sen de heykeli yıktıranla aynı kişi olmayasın?
Zaten her işi yapıyorsun, her an her yerdesin. Bi kaç sene önce Karaköy iskelesinde kız arkadaşımı uğurlarken de ordaydın. Vedalaşıyorduk, sarılmıştık böyle, vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyorduk. ‘’dışarı çıkın nerde ne yapıyorsanız yapın’’ diye bi ses duyduk, bi baktık o jeton kabinleri var ya ordan bize bakıyorsun. Önce bize seslendiğini anlamadık. Şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘’lan yürüyün burada o işler yapılmaz! Yürü’’ gibi bi cümle daha kurdun. Ben o zamanlar henüz senden bu kadar korkmadığım için ‘’ne diyo lan bu lavuk’’ diye bi kabaracak gibi oldum da hadi neyse diye indik iskeleden.
Geçenlerde de duydum ki otobüs şoförü olmuşsun, sürdüğün otobüste bi çift öpüştü diye benzer şeyler söyleyip aşağı indirmişsin çocukları. Lan oğlum bi şey sorucam sen insanların birbirine sarılmasına öpmesine neden bu kadar kızıyorsun? Açık konuş, o sırada arzuluyor musun yoksa o kızları? Günahını almayım ama kıskançsın sanırım hafiften. Tamam mesela bak bi yerde sap sap otururken yanımda bi çift öpüşünce ben de bi kıskanıyorumi bi yutkunuyorum böyle gulp diye. Ama çok bakmıyorum, öpsün yani çocuk kızı ne güzel işte. Benim rahatsız olmam o anki saplığımla ilgili çünkü. Seninki de bana öyle gibi geldi. O kızı o çocuğa yedirmek istemiyosun. O ahlaksız diye bağırdığın kız sana gelse, azcık gülümsese, iki tatlı söz söylese heycanlanıp boncuk boncuk terler, bayan mayan eheh meheh diyerek tavlamaya calışırsın gibime geliyo. Neyse dediğim gibi günahını almıyım, öyle olur gibi geldi bi an.
Geçenlerde kızarkadaşımla vapura bindiğimizde de arkamızda oturuyodun. Kolumu kızın omzuna attım, gülüşüyoruz ediyoruz, ama sessiz sakiniz, rahatsız etmiyoruz kimseyi. Çıt çıkartmıyoruz, öpüşme filan da yok zaten. Bi baktım arkadan bizi kesiyorsun. Hemen anladım, kolumun yerini beğenmedin. Kızla fazla samimi buldun beni. Korktum lan bakışlarından. Çünkü biliyorum gelip bişi söylesen, ne biliyim ‘’ramazanda utanmıyor musunuz sarmaş dolaş oturmaya?’’ desen, etrafımızdaki insanlar da artık sesini çıkartmayacak. Bi çoğu da seni haklı bulucak. Cevap versem ‘’uzatma’’ diyecekler. Kavga çıksa, ağzını burnunu bi güzel kırsam ben suçlu olucam. Karakolluk olsak zaten bitmişim. Her şekilde haklısın yani.
Yanlış anlama, sadece ramazanla öpüşmeyle bilmemneyle ilgili şeyler söylemiyorum. Ben genel olarak senin tavırlarınının değişmesine üzülüyorum. Sevgisiz bi insana dönüştün sen. Herhangi bir şeyi sevmeyi zayıflık gibi görür oldun sanırım. Sürekli laf söylüyorsun her şeye. Senin için her şey bok gibi. Bazen internet gazetelerinde haber altındaki yorumlarını okuyorum. Adam bi şeyden övgüyle bahsetmişse anında ‘’popülist ibne, ayak yapıyo’’ diyosun. Biri bi film mi çekmiş, ‘’olmamış’’ diyiveriyosun. Sana yaranmak mümkün değil. Hiç bi şeyi sevmiyorsun. Başka insanları hiç sevmiyorsun. Sokakta karşıma çıktığında kötü bakıyosun. Sana selam vermeye korkuyorum. Karşılaştığımızda günaydın derim ben normalde. Ama yüzüne baktığımda her an ‘’ ne bakıyosun lan’’ diycek gibi davranıyosun. Çekiniyorum, kaçırıyorum gözlerimi. Beni yendiğini hissettiğin için sen bundan da hoşnut oluyosun.
Geçenlerde yuutup’da eski siyasilerin bi tartışmasını izledim. Demirel, Mesut Yılmaz, Ecevit, İnönü, Erbakan filan hepsi bir masada oturuyolar ve biri konuşurken diğerinin çıtı çıkmıyo. Bu adamların ülkeyi yönettiği yılları övecek değilim şimdi tabii. Ama ne biçim saygılılarmış lan. Hiç bağırıp çağırmıyolar. En fazla iğneliyici konuşuyolar. Şimdiki adamları aynı masaya oturtmayı başarsalar da biri silahını çekicek gibi bakar, biri kollarını sıvayıp dövücekmiş gibi yapar, hatta ‘’yok öyle lagaluga’’, ‘’lölö yapma’’ filan derler. Acaba sen de bu adamları göre göre mi böyle oldun? Bu devirde öyle olmak daha mı doğru, daha mı geçerli geliyo? ‘’artık böyle… yerse’’ filan mı diyosun? Daha mı iyi hissediyosun?
Yıllar evvel mısıra gitmiş bi tanıdığımız ‘’mısırda yalan söylemek normal bi şey. Kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten’’ demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. Hani iki gün Avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya ‘’abi Almanya’da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burada herkes ayı gibi’’ diye memleketi kötülemeye. Ben yakına kadar ‘yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? Biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir’’ diye düşünürdüm.
Şimdiyse kusura bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. Hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? Sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. İsterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yarıycak? Cebinde parası olan sihirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? Koca heykel niye yıkıldı lan? Kusura bakma aklım hep ona gidiyo. Nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?
Bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, ‘’yıkılsın kardeşim!’’ dedi. Böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım, ‘’ya niye yıkılsın abi? Heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bir şey var, bi de dikilmiş işte oraya. Neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? Normal mi bu sence?’’ dedim. Mantıklı bi cevap bekledim, hani ‘’şu yüzden yıkılsın’’ desin ki diyolog ilerlesin diye. Adam sadece ‘’yıkılsın ya boşver yıkılsın!’’ dedi zevk alır gibi. Sanki heykelle toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikam alıyo gibi. Bu tavır sana da garip gelmiyo mu? O taksicide mi sendin lan yoksa? Sen de her işi yapmışsın mna koyayım, otobüs şoförü müsün taksi şoförü müsün belli değil. Arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. ( kötü espiri gücümle seni pis döverim.)
Yakına kadar ‘’bu sadece bi dönem. Bu adam da değişecek. Sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni’’ diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. Hayatında yurt dışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile ‘’eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. Kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? Başka ülkeye mi gitmek lazım? Gitsek naapıcaz, ne bok yiycez’’ dedirttin.
Çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atacaksın gibi geliyo bana. Oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. Herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. İşin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine ‘’beğenmeyen defolup gitsin lan’’ diyosun, biliyorum ben seni. Zaten burada yaşamamı istemiyo gibisin. Vapurdan dışarıdaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. Aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine ‘’trübünlere oynuyosun’’ diyceksin.
Bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. Çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. Ama tek ricam, sinirli olma. Ne biliyim mezar kırma, heykel yıkma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. Kurban olayım ‘’burdan gitmek lazım’’ geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaktan soğutma işte. Elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamınaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. Çocukken aynı mahallede oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. Bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. Yemin ederim ne dersen dinlerim. Dersin ki ‘’bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın’’. Ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. İşte o günün gelebileceğini umarak sana mezarını kırıp yıktığın Can Yücelin’in meşhur bir şiirini hediye ediyim hadi. Tamamını da bilmiyodum internetten baktım idare et.
En uzak mesafe ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan.



Ersin Karabulut - Uykusuz (Ağustos 2011)

Teşekkürler Burcu Yıldız'a:))