18 Eylül 2012 Salı

Bir Tedirginlik Sanatı: Şiir / Sarkacın Kalbi & Şükrü Erbaş


Şiir, insanlığın yalnızlığına tutunma çırpınışının öteki adıdır. Bir itiraz, bir mutsuzluk bilinci halinde yaşadığı dünyaya, sözcüklerle katlanma gerekçeleri yaratmasıdır. Dünyayı meşru kılma eylemidir. Varlığına ilişkin, başkalarının yaptığı tanımları reddedip, insanın kendi anlamını oluşturmasıdır. Sığındığı her şeyin, mezarı olduğunu görmüştür. Çok özel bir ürperme hali olan aşk bile, ikinci gün, bütün ağızlarda aynı cümleyi kurmaktadır. Bu aşağılanmaya teslim olmamak için, insanın kendi kalbinin bile dışına çıkma girişimidir şiir. Zamanın kuşatmasına karşı, bir özgürlük tasarımı oluşturma güzelliğidir. Kendi uzaklığı için, insanın, insanlara sunduğu bir özürdür. Kalabalığa gönderilen bir yalnızlık elçisidir. Tamamlanmış her şeye karşı geliştirilen bir yetmezlik bilincidir. O 'uzun denklem'dir, kirpiklerle kalpler, eşiklerle ufuklar arasına çekilen. İnsanın kendi hayatını, başkalarının mürekkebi ile temize çekmesidir. Benzer kaderleri yaşayanlara sunulan bir güven duygusudur. Hayal anahtarıyla gerçeğin kapısını açma büyüsüdür. Şiir, harflerden kaçan ikinci hayattır. Gelecek hayatlardan pay isteme doyumsuzluğudur.
   Bir tedirginlik sanatıdır şiir, yakınlıktan da uzaklıktan da aynı pişmanlığı duyar.
   Kenar mahallelerin geri dönüş saatleridir şiir. Kasaba kahvelerinde, dışarıya hiç bakılmayan pencerelerdir. Önüne bakan insanların katettiği yollardır. Bir çocuk bakkaldan çıkıyor, avucunda küçücük bir güneş; şiir, çocuğun bakkala girişidir. Yoksulluğun, arka cebinde taşıdığı aynadır. Kalbinin insana bağışıdır ki, sinema afişlerinin yalana döndüğü yerde, insanın elinden tutar. Işıkların değil, gölgelerin türküsüdür. Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir. Annelerin güneşe serdiği kış yataklarıdır. Tenha evlerin, sokaklardan hıncını almasıdır. Bir halkın, silahlarına çocuklarını sürdüğü o varlık savaşıdır. Askerlerin otobüsten indirdiği kızın götürüldüğü yerden çok ötesidir. Okul önlerindeki çocukların, aynaların karşısında ezberlediği noktasız sözlerdir. Yolu her gün biraz daha kısalan bir ihtiyarın, bahçesini sevmesindeki hazırlıktır şiir. Hapishane camlarından içeriye dolan seslerdir. Aşkın, kendisini hem bulduğu hem yitirdiği tek çaresizliğidir. Zamanın kalbe açtığı kesiklere, yine zamanın bastığı küldür.
   Bir uzaklaşma sanatıdır şiir, herkesi yanına alarak uzaklaşma...
                                                                                                                                            2001

12 Eylül 2012 Çarşamba

yazmayayım diyordum ama...

Mini mini birler okula başladı pazartesi günü.
O kadar şirin görünüyorlardı ki.
Kocaman pembe ya da mavi çantaları sırtlarında
Elleri annelerinin babalarının avuçlarına saklanmış
Minicikler daha ve kabul etmek gerekir ki daha akıllılar
Ya da çok bilmiş de denebilir eheh:)

Efendim 2 gündür haberleri izliyorum.
4+4+4 zımbırtısı var ekranlarda
Bir tane velinin de olumlu şeyler söylediğini duymadım.
Hele dünkü haberlerde genç bir anne çocuğunun
Nefes darlığı olduğunu ve 1.sınıf çocuğunun 3.kata 
Her teneffüsten sonra nasıl çıkacağından yakınıyordu.
Haklıydı. Tayyip bey bu sistemden bahsettiğinde herkes tepki gösterdi
1.sınıf, 66 aylık bir çoçuğun 2-3 kat nasıl çıkacağını
O merdivenleri nasıl tırmanacağını söylediklerinde
Tayyip'in açıklaması çok basit "1.sınıfları zemin kata koyarız."
Peki böyle oldu mu?
Hayır.
İstanbul'un göbeğinde bir ilköğretim okuluna gidildi dün haberlerde gördüm
Ortalık ana baba günü veliler tepkili
Lavabolar miniklerin uzanamayacağı şekilde hayli yüksekte
Daha da kötüsü tuvaletler pis, fayanslar kırılmış.
Lavaboların yükseliğini ise müdür bey şöyle açıklıyor
"E bu okulda büyükler de küçüklerde okuyor kime göre yapacağız ki biz bunları"
Yine daha da kötüsü lavabolar sallanıyor
Hatırlarsınız Efe Boz vardı anaokulunda tuvalette başına lavabo düştü
Lavabo sallanıyordu. Efe öldü 
Daha 6 yaşındaydı ve yetkililer buna "ölümünden kimse sorumlu değil" dediler.
Yetmedi acılı anneye "oğlunuz cennete gitti ne mutlu size" denildi.
Efe cennete gitmek istemiyordu o yaşta
Anne ve babasından ayrılmak istemiyordu 
Daha lunapark'ta Yeterince zaman geçiremeden
Denize bile çok gidememişti belki
Hem daha okuyup büyük adam olacaktı 
Ne cennetinden bahsediyorsunuz siz allah aşkına 
O lavaboyu öyle görünce hemen bu olay geldi aklıma.
Ya böyle bir şey daha olursa yine çocuğunuz yaramazlık yapmış
cezasını bulmuş işte mi diyecektiniz bu sefer de.
Ne terbiyesizce ne vicdansızca bir tutum.

İstanbul'daki o ilköğretim okuluna dönersek eğer.
Sınıflarda öğrenci sayısı 59-69 ve 79 arasında değişiyor
Bunlar daha 1.sınıflar ve yaşları önceki yıllara göre daha küçük
Bu çocuklar okuma yazmayı 2 kişilik sıralarda 3-4 kişi oturarak
Nasıl öğrenecekler. 
Veliler tabi ki de isyan eder.

Bugün de Tayyip'in bu okuma yazma bilmeyen miniklere dağıtmış olduğu
Mektubu gördüm. Popstar posteri gibi sanki odalarını süsleyecek
Bir kız çocuğu bu mektubu ikiye ayırmış, yırtmış ortasında kendi yüzü gülümsüyor.
Cin gibi bakıyor ama minik gözleri o kız çocuğunun.

Şimdi içinizden ohh iyi yaptı yırttı diyorsunuzdur.
O adam saçma salak bir mektup yazıp 
El kadar çocukları siyasete dine bulaştırıyorsa
Analarının babalarının gözüne girmeye çalışıyorsa
Bu çocuk da bunu yapar.
Diyebilirsiniz.
Ama ben yine de çocuğumu öyle bir poz verip
İnternette deşifre etmezdim.
Çünkü çocuklar en masum yaşlarında
En kirlenmedik en temiz.
Bunları bu tür şeylere bulaştırmaya hiç de gerek yok.

Evet sinirliyim
Dilan bebek daha 3 yaşında tecavüze uğradı.
Hastaneye boncuk yuttu yetişin diye getirildi
Ama araştırma sonucu tecavüze uğradığı anlaşıldı
Ve Dilan bebek öldü
Daha 3 yaşında 13 ya da 23 değil
3
Tek bir rakam bir basamak.
Utancımdan yerin dibine girdim ben
Bunu yapanlar ne yapıyorlar acaba şimdi
Eminim benim/bizim kadar rahatsız değillerdir

Bu yazdıklarımı tekrar okuyup imla hatası yapıp
Yapmadığımı merak ediyorum ama kendimi tutamayıp
Küfüre varan şeyler yazabilirim diye okumak istemiyorum.
Ne de olsa kötü söz sahibine aittir değil mi?
Böyle avutuluyoruz senelerdir.
Aman ne terbiyeliyiz ne asil
Amk.

7 Eylül 2012 Cuma

aşk hiç biter mi?

Hani der ya şarkıda:

"Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda,
Bir okul çıkışında, bir çocuk bakışında." diye.

Ben hala o okul çıkışında kalanlardanım..
Çünkü ilk aşk ya da ilkokul aşkı diye bir şey var.
Evet var şimdi bana açıklama yaptırtmayın 2 sayfa.
Son iki senedir O'na rastlıyorum işte ben böyle arada.
İlkokul aşkım.. Hatıra defterine;
"Seni çok seviyorum ama sakın yanlış anlama." yazan minik gözlü insan.
Geçenlerde bakmıştım o deftere de. Ne anılar geldi aklıma.
Sınıfta erkeklere sataşırdım, sonra da onun arkasına sığınırdım.
Tabi ki de beni korurdu.
Bir ara başkan olmuştum o da yardımcım hatta.
Sınıf bizden soruluyordu. Sıra arkadaşım oldu bir zaman.
Sonra koptuk.. Ne bileyim bende unuttum okul ders derken.
Şimdi görüyorum sokakta şurada burada.
Konuşuyoruz merhaba merhaba..
Bakışıyoruz hadi bir şey sor da muhabbet uzasın diye
birbirimize bakıyoruz.
Konuşmamda sıkıntı yok sabaha kadar konuşabilirim.
Ama onda kitleniyorum. Rengim kırmızıya dönüyor.
Heyecanlanıyorum..
Ne bileyim böyle işte.
Bir adım atsa ben onla yürürüm sanki.

(bunları dün gece yazmıştım şimdi çok sinirliyim ve bu romantik(!)
mevzuyu bir başka başlıkta konuşmak üzere noktalıyorum.)

Grup Yorum'un Uğurlama'sı ne güzeldir değil mi?
O "yare ulaşmadan düşersen eğer" kısmına ne vurgunum.
Sanki gerçekten düşecekmiş gibi değil mi?
O "eğer" i çok içten söylemiyor mu bayılıyorum.
Çok etkileniyorum o şarkıdan..

Bir de bir genç tanıdım dün.
Hayatımda gördüğüm en cool insanlardan biri herhalde.
Adı: Evgeny Grinko
1 albümü var, rus. Bu kadar. Hakkında çok şey bilmeden sevdiğim
o ender insanlardan biri.
Şöyle bir eseri ve icrası var ki dinlenmeye değer.
Bırak dinlemeyi etkisinden çıkamayacaksınız bir süre.



Bu kadar müzikten ve aşk gibi çok da ilgilenmediğim bir konudan
bahsetmek yeter.
Bugün çok üzüldüm ben.
Yine konu insanlar.
Çok fazla ciddiye aldığım yok.
Sevdiğim de yok zaten öyle çok.
Ama hakkımda öyle atıp tuttukları canımı sıkıyor.
Bana "sen ona mı darılıyorsun ben onun lafıyla su içmeye gitmem." deniliyor.
İyi güzel ben de ona güvenmiyorum da nedir bu kadar benle uğraşmaları.
Hiç durmamaları. Hiç doymamaları.
Çok utanıyorum çok.
Bu tip insanların burnumun dibinde olmasından çok utanıyorum.

Hani klasik bir laf vardır ya alıp başımı gidesim var diye deriz.
Hah işte bende alıp başımı Bademler köyüne gitmek istiyorum.
Hem gelişmiş hem de ege gibi sımsıcak insanları var ne güzel.
Okuduğum birkaç romanda da çok güzel anlatılmış İzmir
onun da etkisi büyük tabi bunu es geçemem.
İzmir'e hiç gitmedim ama gitmeden özlediğim tek şehir orası galiba.
30umda orada yaşıyor olacağım. Yani 7 yıl sonra.
Niye 30 bilmiyorum. Bilmem 30 önemli bir yaş değil midir?

Ne diyordum hah işte..
Dizimi de izleyemedim ya İşler Güçler'i.
Zaten keyfim yok nefes alamıyor gibiyim.
Bir de her gün yeni bir şehit haberi.
Bu ne lan pisi pisine ölüyoruz.
Halen daha askeri davulla zurnayla uğurlayanlar var mıdır acaba?
Varsa ben onların aklına ne desem az.
Ben erkek olsaydım askere gitmemek için elimden geleni yapardım.
Hiç kusura bakmayın canımı sokakta bulmadım.

Cumartesi hukuka giriş sınavım var aöf.
Radyo tv okuyorum da 2 yıllık onun şeysi.
Geçenlerde (2 gün önce) bir radyo programcısının kitabını okudum.
İlerde bende öyle olmak isterim doğrusu.
Hem konuşurum hem yazarım hesabı.
Ne güzel olur..

Bu gecelik benden bu kadar.
Hah bu arada rüyamda sürekli bir 30 yıl daha yaşayacak değilim ya diyordum.
Niye diyordum hatırlamıyorum. Normalde rüyalarımı hatırlamam zaten.
Bunu hatırlıyorum ama. Söyleyeyim dedim.
Bana iyi davranın üzmeyin şu kızı bak yarın bir gün ölürsem görürsünüz
Hıh!:)