
1978’de İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra 1996 yılında üniversite eğitimi için Ankara’ya gitti.
İlk yazıları Dört Mevsim edebiyat dergisinde yayımlandı. 2001’de Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirerek İstanbul’a döndü.
İlk romanı Romantik Korku 2002, ikinci romanı Rüya Günlüğü 2003, üçüncü romanı Boş Zaman 2004, ilk öykü kitabı Bir Yaz Gecesi Kâbusu 2005 yılında ve dördüncü romanı Apartman Boşluğu 2008 yılında Oğlak Yayınları’ndan çıktı. (ve beşinci kitabı Karanlık Oda 2010)
Nisan 2005-Şubat 2006 arasında edebiyat dergisi Picus’ta Mevsim Normalleri, Nisan 2006-Nisan 2007 arasında Akşam Gazetesi’nin Pazar dergisi Brunch’ta Jeneratör isimli sayfasında yazdı. Ekim 2006’dan beri Akşam Kitap dergisinde Kitaplar ve... isimli sayfasında yazıyor. Düzenli yazılarının dışında çeşitli dergi ve gazetelerde edebiyat, sinema, popüler kültür konulu yazıları yayımlandı. Asya Film için uzun metraj senaryo çalışmaları yaptı. İstanbul’da yaşıyor, reklam yazarı olarak çalışıyor.
Yayımlanmış Kitaplar:Apartman Boşluğu / roman / 2007
Bir Yaz Gecesi Kâbusu / öykü / 2005
Boş Zaman / roman / 2004
Rüya Günlüğü / roman / 2003
Romantik Korku / roman / 2002

Sizce de orjinal değil mi?

Kendini yiyen adamın romanı
Hakan Bıçakcı'nın yeni romanı Karanlık Oda'da, kendine dönük bir yamyamlık durumu içinde bulunan baş karakter, arada kalmış ruh hali ile dikkat çekiyor
Edebiyatımızda örneklerine pek rastlamadığımız psikolojik gerilim türünde kitaplar yazan Hakan Bıçakcı yeni romanı Karanlık Oda'da bizi yine kendi korkularımızla yüzleştiriyor. O, korkuyu işlerken bu dünyaya ait olmayan fantastik ögeler kullanmıyor. Tam aksine gündelik hayatın içinden hemen hemen hepimizin yaşadığı garip olayların üzerine gidiyor. Yazarken gündelik hayatın içinden nesneler, mekânlar seçip bunları korku ve gerilimle yoğurduğunu belirten Bıçakcı, "Bildik nesneler, ortamlar ve insanlardan oluşan bir korku tüneli fikrini daha sarsıcı buluyorum. Empati süreci, tedirginlik hissi ve rahatsız edicilik boyutu olarak böylesi daha iddialı" diyor.
Türk edebiyatında çok fazla rastlamadığımız türde 'psikolojik gerilim' yazıyorsunuz. Edebiyat dünyasında bu türe nasıl bir yaklaşım var?
Mesafeli ve soğuk bir yaklaşım var. Mesafeli ve soğuk bir tür olduğundan belki de... Kitlelerin ilgisini çeken bir akım değil psikolojik gerilim. Ama az da olsa meraklısı var. Sinemada, edebiyatta olduğundan daha popüler bir de sanki... İnsanlar rüya gibi hayatları okumayı, izlemeyi seviyorlar. Kâbus gibi hayatları anlatan psikolojik gerilim kitleleri pek açmıyor.
Sizi bu korku türünde yazmaya iten sebepler neler? Korku romanı yazmanın diğer türlerden farkı nedir ya da farkı var mıdır?
Beni çeken bir şey bu... Nedenlerini tam olarak bilemiyorum. Okur ve sinema izleyicisi olarak da ilgilendiğim konu bu. Gerilimli ve tansiyonu yüksek öyküler yazmayı, tuhaf ve tedirgin edici ortamlar yaratmayı seviyorum. Tekinsizliğin büyüsü diye bir şey var çünkü.
Korku romanı yazmanın diğer türlerden çok büyük farkları olduğunu düşünmüyorum. Hangi türde yazarsanız yazın, dikkat edilmesi gereken noktaların çoğu ortak. Belli bir odağın olması, yan hikâyeler, takip edilecek bir izlek, karakterler, olaylar, neden sonuç ilişkileri vs...
İlk romanınız Romantik Korku'yu 2002 yılında çıkardınız. İlk kitabınızdan bugüne kadar yazınınızda nasıl bir değişme gözlemliyorsunuz? Yazın serüveniniz içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?
Seçtiğim konular ve yaratmaya çalıştığım atmosfer çok değişmedi aslında. Ancak onu ifade etme biçimimin, genel olarak kurgunun ve yazım tekniklerimin değiştiğini düşünüyorum. Daha az mekân ve karakter kullanarak daha odaklı bir anlatıma doğru gittiğini düşünüyorum yazdıklarımın. En azından böyle olmasına çabalıyorum. Yazın serüvenimin neresinde olduğumu bilmiyorum. Ortalarında bir yerlerdeyim gibi hissediyorum. Ama gerçek durumu zaman gösterecek.
Son kitabınız Karanlık Oda'nın konusunu nasıl belirlediniz?
İlk fikir fiziksel olarak kendini yiyen bir adamı anlatmaktı. Kendine dönük yamyamlık durumu... Bu hem sosyolojik altmetni hem de yaratacağı gerilim açısından heyecanlandırdı beni. Sonra bu olayın kurbanının bir fotoğrafçı olması fikrini ekledim. Sergiye hazırlandığı için sanatçı kaygıları taşıyan ancak bir yandan alışveriş merkezinde vesikalık fotoğraf çekmekle meşgul bir fotoğrafçı. Onun bu arada kalmış ruh hali, kimlik bunalımı, yabancılaşma hissi de ilgimi çekti. Daha sonra epey zamandır kafamda olan düğün fotoğrafçılığı konusunu karakterin geçmişi olarak ekledim romana. En özel gün denen ritüel dolu günlerin her gün birebir aynı biçimde tekrar etmesi... Ancak bu dönem geçmişte kalsın istemedim. Paralel bir hayat gibi yazmaya çalıştım bu dönemi. Ve gerisi geldi.
Roman kahramanının bir isminin olmaması özel bir seçim miydi?
Evet. Kahramanın iki ayrı kişi olma ihtimalini göz önünde bulundurarak özellikle yaptım bunu. Ayrıca kahramanın fotoğraf sergisine hazırladığı işlerinin adının çoğu sanat eserinin de olduğu gibi "İsimsiz" olması da bu durumuna bir gönderme. Yine karakterin sergi salonuna girmek için güvenliğe kimliğini bırakması da... Bir tür kimliğinden, var oluşundan ve dolayısıyla isminden sıyrılan karakter dramı var ortada.
Diğer kitaplarınızda olduğu gibi Karanlık Oda'da da gündelik hayatta herkesin yaşadığı gerilimler var. Bu gerilimleri okurken insan bir yerde kendi korkularıyla da yüzleşiyor. Sizce de öyle mi?
Katılıyorum. Amaç biraz da bu zaten... Kendi korkularımızla yüzleşmek. İnsanın karanlık tarafına doğru tedirginlik veren bir yolculuk yapmak... Yazarken gerilimi ve fantastik olanı gündelik hayat kılığında tasarlamaya gayret ediyorum. Bildik nesneler, ortamlar ve insanlardan oluşan bir korku tüneli fikrini daha sarsıcı buluyorum. Empati süreci, tedirginlik hissi ve rahatsız edicilik boyutu olarak böylesi daha iddialı...
Oldukça üretken bir yazarsınız. Bu üretkenliğinizin ve yaratıcılığınızın reklam yazarı olmanızla bir ilgisi olabilir mi?
Tam tersi olabilir. Çok yoğun bir mesaiye rağmen kalan vaktimde yazmaya çalışıyorum. Reklam yazarlığı başka bir disiplin tabii. Edebiyatıma ne olumlu ne de olumsuz etkisi olduğunu düşünüyorum. Fiziksel olarak vakit sorunu yaratması dışında bir etkisi yok, reklamcılığın yazarlığıma. Bunu da büyük bir sorun olarak görmüyorum açıkçası. Kafamdaki romanı yazıyorum eninde sonunda. Sürecin daha uzun sürmesi o kadar da önemli değil. Bir yere yetişmiyoruz sonuçta.
Romanlarınızdaki kahramanları oluştururken nasıl bir çalışma içine giriyorsunuz? Çevrenizdeki insanları sıklıkla gözlemler misiniz?
Roman kahramanlarını çevremdeki insanlardan ve olaylardan etkilenerek oluşturmuyorum aslında. En azından gözlemlerimi doğrudan aktarmıyorum romana. Konunun odağına uygun bir hale getirecek filtrelerden geçirmeye çalışıyorum gözlemlerimi. Konuya uygun olmayanları çok etkileyici bulsam da eliyorum. Romanımın bir tespit ve gözlem tutanağı olmasını asla istemem. Genel olarak da bir köşeye çekilip gözlem yapan adam profiline uygun değilim. Tabii ki bazı takıntılarım ve algıda seçici olduğum durumlar var ama tipik bir gözlem adamı sayılmam. Kişisel gözlemlerimden çok hayal gücüme başvuruyorum yazarken.
Oluşturduğunuz roman kahramanlarının etkisine, onların çekim güçlerine kapıldığınız oluyor mu?
Hayır. Ben karakterlere dışarıdan bakma ve olayların tamamen benim kontrolümde olmasına çok özen gösteriyorum. Karakterin kontrolünü en çok kaybettiği durumları yazarken daha çok kontrollü oluyorum. Böyle bir ters orantı var bence yazarlıkta. İnsan içine gömüldüğü duguyu değil de dışardan bakabildiği duyguyu daha ayrıntılı ve sağlıklı aktarıyor. Kendi duygularımla değil okurda yaratmak istediğim duygularla ilgileniyorum.
Okuyuculardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Tek tük tepki alıyorum. Onlar da genellikle internet ortamında oluyor. Genelde tepkiler olumlu. Kitap kapağından korktuğunu söylüyor bir de çoğunluk. Bu da hesaplanmış bir durum tabii. İçeriğe dair bir tür uyarı...
Son olarak önümüzdeki yıllarda sizin kaleminizden okuyacağımız neler olacak? Bir sonraki romanınız ya da öykünüz yine korku türünde mi olacak?
Yeni roman çok taze olduğundan şu sıra kafamda yeni bir proje yok. Ancak roman yazmaya devam edeceğimi ve benzer temalarla boğuşacağımı hissediyorum.
röportaj: Harun Karaburç
“AMACIM OKUR SAYISI KADAR KABUS YARATMAK”
Gündelik hayatın içerisinde gizli gerilimi bir tür edebiyat aracı olarak kullanan Hakan Bıçakçı, şizofren bir karakterin dış dünyayla sınırlı ilişkisini ele alan ‘Karanlık Oda’ adlı yeni romanında yüzünü biraz daha sadeliğe döndüğünü söylüyor
Hakan Bıçakçı, okurunu gündüz vakti avlayıp, geceye kaçıran yazarlardan. 1978 doğumlu Bıçakçı, 2002’de çıkardığı ‘Romantik Korku’ isimli ilk romanından beri, gündelik hayatın içerisinde gizli gerilimi bir tür edebiyat aracı olarak kullanmaya devam ediyor. “Benim derdim gündelikle” diyor ve ekliyor: “Öyle ortada bulunan, hemencecik seçilebilen büyük dramları sevmiyorum.”
‘Romantik Korku’dan beri gündelikten beslenen bir yazarsınız...
Açıkçası benim edebiyat anlayışım daha çok minör olaylar üzerinden gelişiyor. Belki de büyük dramları anlatmakla ilgilenmediğimden, gündelik hayatın içerisinde geri planda kalmış ama aslında edebiyatın nesnesi olmayı fazlasıyla hak eden durumları ve karakterleri çok seviyorum. Böylesi ayrıntıları romanın merkezine oturtmak benim amacım. Ayrıca bu yolla okuyucuyu daha klostrofobik, daha kaçışsız bir noktaya çektiğimi düşünüyorum. “Bu benim başıma gelmez” denilen olaylarla okuyucuyu yüzleştirmeyi, onları bu yüzleşmeyle birlikte tetiklemek hoşuma gidiyor. Haliyle, “Karanlık Oda”da da rotam değişmiyor.
‘Karanlık Oda’yı sizin edebiyatınızda hangi farklı noktalarla birlikte düşünmeliyiz?
‘Karanlık Oda’ ile yüzümü biraz daha sadeliğe döndüm. Çok bilinçli bir tercihle minimal bir roman yazmak istiyordum. “Karanlık Oda”, diğer romanlarıma nazaran çok daha az karakter, çok daha az olay içeriyor ve bu çizgiye yardım eden sade bir dil taşıyor. Şizofren bir karakterin dış dünyayla sınırlı ilişkisi üzerine bir roman. Bu sefer merkeze oturtulmuş tek bir karakterin üzerinden okuyoruz tüm o karmaşık düşünce biçimlerini.
‘Karanlık Oda’ dingin ama bu dinginliği okura bir tür gerginlik olarak aktaran bir roman. Bu romana ‘dingin’ demek ne kadar doğru öyleyse?
Üstte dingin bir yapı olduğu doğru ama alta doğru inildikçe çok daha katmanlı durumlar var. Belki klişe bir benzetme olacak ama buzdağının altında kalanlar esas olan. Göndermelerin açık ve birbirine bağlı olduğu, neden-sonuç ilişkilerinin doğru bir biçimde kurulduğu bir yapı yok bu romanda ve bu yokluk, bir tür boşluk demek oluyor. Bu boşluğun dinginliği kıran bir güç olduğunu düşünüyorum. Bu boşluk, okuru romanı çözmek konusunda aktif olmaya itiyor. Böylesi bir okuma, dingin bir okuma sayılamaz bana kalırsa.
Okuyucular o boşluklara kendinden ne katabilir?
Çağın bireyinin kendisiyle yüzleşmesi ve bu yüzleşmeyle birlikte kendine ve de çevresine yabancılaşması gibi çok temel bir konu işleniyor romanda. Amacım okur sayısı kadar kabus yaratmak. Çok bilinçli olarak romanda ucu açık bırakılmış öğeler var. Bu öğeler okuyucunun hayal gücüyle anlamlansın istiyorum.
Romanın baş karakteri bir fotoğrafçı. Sizin için bu romanda fotoğraf neyi temsil ediyor?
Fotoğrafın zamanı kaydetmekle ilgili çok ciddi bir iddiası var. Ayrıca fotoğraf, hayatın sürekliliğine meydan okuyor. Yine de, tüm bu gücüne rağmen, bir yanıyla soğuk ve yabancılaştıran bir makine. Romanın ritminde kadraj hissi olsun, fotoğraf duygusu hissedilsin istedim. Fotoğrafın ‘yabancılaştırma’ gücünüyse karakterimin şizofrenisiyle birleştirdim. Zaten romanın dili bile bu kadraj hissiyle birlikte şekillendi. Peş peşe ilerleyen resimlerin etkisini yakalamak için, kısa, net fakat etkili cümleler kurmak zorundaydım.
Fotoğrafın bir diğer özelliğiyse hafızayı ve geçmişi deşmek için kullanılabilecek en etkin araçlardan biri olması. Sizin hafızayla aranız nasıl?
Her şeyi hatırlayan ya da her şeyi unutan bir hafızam yoktur, orta halliyim diyebilirim. Fakat hafıza konu olarak çok ilgimi çeker. Hafıza üzerine yazılmış hemen her şeyi okumaya çalışıyorum.
“Yazarken kendimi geri planda tutarım”
“Macera peşinde olmayan istikrarlı bir gündelik anlayışım var fakat karakterlerim, benden ayrı olarak, çok farklı noktalara taşınmak zorunda. Ayrıca, biraz sakin olmam ve kendimi dizginlemem lazım ki karakterlerimi kendi hayatıma çekebileyim. Bir arkadaş ortamı, işe giderken yolda geçen zaman gibi tüm o belirgin anlarda bile aklımda romanlarım döner durur. Kendimi romanlarıma çok fazla katıp bu yolu tıkamaktan kaçınıyorum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder